servetünal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
servetünal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2021 Pazartesi

KAYBEDENLER VE KAZANANLAR

Yıllar Artık Boşa Harcanıyor.


İnsanlığın bu maddeci düzeni taşımaktan yorulduğu ve zorlandığı bir süreçten geçiyoruz.


İnsanın içi uyanmaya başlayınca dünyaya daha farklı gözlerle bakmaya başlıyor ve zamanın sağladığı lükse ve refaha yetişmekte zorlanıyor.


Yaş ilerledikçe ve ömür tükendikçe çoğu kez kötülüğün iyiliğe galip geldiğine de tanıklık yapıyor insan. O zaman daha iyi anlıyor ki hayır ve şer çarpışmakta, kötülük ve iyilik kapışmakta; beğeni ve çıkar üzerine kurulmuş tüm sahte ilişkiler bu fani dünyada yaşanıp bitmektedir..


İnsanlığın bugün tüm bilimsel ve teknolojik başarılarına, gelişmelerine ve medeniyetin kendisine sunduğu maddi imkan ve rahatlığa rağmen, içinde bulunduğu derin tatminsizlik ve huzursuzluk gibi…


Evet! Bugün insanlık mutsuzluk, endişe, yetersizlik ve şaşkınlıklardan şikayet ederek yaşamaktadır. 


Toplumun içinde bulunduğu psikolojik durumun gerçekliğinden kaçmakta; çareyi hep daha fazlasını isteme arzusunda aramaktadır…


Bugün refah ve zenginlik içinde yaşayan, maddeyi ön plana çıkaran toplumlar; insan aklı ürünlerin yasasıyla içine düştüğü boşluk, endişe ve belirsizlik hızla artmaya devam etmektedir. 


Temiz akıl sahibi insanların toplumu gözlemlemesi ile elde edeceği izlenim, insanların kendilerinden bile kaçmakta oldukları gerçeğidir.


Evet! Bugün herkes bu çarkın içinde ezilerek yaşıyor. Değerli insani duygu ve düşüncelerden uzaklaşmış olduğumuzu farkına varamayacak kadar boş ve anlamsız bir hayatın içindeyiz.


Depresyon ve kaygı bozukluklarından kaynaklanan hastalıklar, cinnet ve benzeri görülmemiş suçlar, terör ve şiddet olaylarının yarattığı örnekleri televizyon kanallarında izleyip görmekteyiz.


Bazı maddi gelişmelerin büyük hakikatten daha değerli olduğuna, insanın yerini teknolojiden, mal ve statüden daha üstün saydığı bir gerçekliğe aldandığını da göz ardı edemeyiz.


Peki, bunca devam eden ilerlemeye rağmen bütün bu gelişmelerin insan hayatındaki etkileri nelerdir?


Bu kadar olağanüstü gelişmelerin yaşandığı bu süreç, mutluluk getirebilmiş midirler?


İç huzuru ve toplumsal refahı tesis edebilmiş midir?


Ülkelerde yaşanan açlığı, savaşı ve zulme dur diyebilmiş midir?


Modern cahilliği ve aptallığı bitirebilmiş midir?


Hayır! Akıl almaz bir saflık ve gaflet içinde hayata tanıklık etmekten başka çare bulamıyoruz!


Bu yapının oluşumunda bir payımızın olmadığını ve herhangi bir etkimizin bulunmadığını düşünüyoruz. Sistemin elimizi ve kolumuzu zincirleyerek mahkum etmesine ve duyarsız hale getirmesine izin veriyoruz.


Görüldüğü gibi bu gerçeklerden uzaklaşmak insana ancak ciddi bir doyumsuzluk, aç gözlülük, cehalet, huzursuzluk ve korku getirmekten öteye geçememekte; İnsan hayatının varoluş gayesi ve hedefleri konularında ilerleme göstermesine katkı sunamamaktadır. Böylece tam tersine insani değerlerden uzaklaşma ve bencileşmeye sebep olmaktadır.


Çoğu insan Allah’ı yeterince farkına varamamış ve tanıyamamış bir halde, elde ettiği mal, şöhret ve makam gibi kendi elleri ile yaptığı ilahlara tapmakta ve bunların emrettiklerini insanın varoluş gayesi olarak görmektedirler.


Günümüzde kimsenin varoluş gayesini arayıp bulma ve Allah’ın emrettiği yasaları gerçekleştirme gibi bir derdi ve gayesi bulunmadığından, kendilerini de bir türlü bulamamaktadırlar.


Buna benzer bir çok ilahçıklara tapınan ve izinden giden, sözde Müslüman ülkeler başta olmak üzere, diğer modern tüketimci cahil toplumlarda da durum pek farklı değildir. Çünkü: onlarda gerçek yaratıcılarını bulmuş ya da bulma niyetinde değillerdir. 


Sadece teknolojik ve sanayi gelişimle mesafe kaydeden ülkelerin diğer ülkelere madden üstün gelmesi pek bir şeyi değiştirmemektedir. Tam tersi insan bilincini dibe doğru sürükleyen, insanın tüm değerlerini düşüren ve sadece maddeye, harcamaya bağlayan, isteklerini küçülten bir şeytani sistem olduğu görülecektir…


Bugün toplumsal çürümenin, yozlaşmanın ve adaletsizlik gibi sorunların en temel kaynağı, toplumda mutlak kontrol yetkisinin Allah’a ve onun sistemine göre inşaa edilememesinden kaynaklanmaktadır. 


İslam’ın Kur’an’da bildirdiği “La İlahe İllallah” “Allah’tan başka İlah Yoktur” gerçeğinin ne olduğunu ve asıl verilmek istenen mesajı sorgulayıp, bu başlığın altını doldurma gayreti gösteremeyen çoğunluk için, yüzeysel olarak bu kelimeleri söylemek, Allah’a inanmak ve birlemek için yeterli görülmektedir.


Oysa Yüce Allah, insanlar üzerindeki mutlak kontrol yetkisini yarattığı bir kimseye ve Allah’ın sistemi dışındaki beşeri yasa ve kanunlara verilmesini red etmektedir. İlahlık hakkını yalnızca Allah’a tanımaktadır.


Bu sebeple insanlık, hangi yer ve zamanda olursa olsun İlahi kanunlardan uzaklaşıp, beşeri kanunlara itaat ettikçe olumsuz sonuçlarla karşı karşıya kalmaya devam edecektir. 


Bu sistemler insan fıtratıyla tamamen ya da kısmen çatışma halindedir. Bugün yaşanan ve meydana gelen çelişkili durumlar, acılar, göz yaşları ve savaşlar, Allah’a şirk koşmanın sonuçlarının apaçık delilleridir. 


Hayatımıza eklenen yep yeni teknolojik alanlar ve uğraşlar bizi Allah’tan uzaklaştıran, ona giden yolu zorlaştıran etkenler haline gelmiştir. Saatlerce televizyon ve internet karşısında zaman tüketmek çok ciddi bir gafletin ve yok oluşun göstergesidir.


İşte bu Allah’ın sistemiyle, kulların sistemi arasındaki yol ayrımını fark edemeyen bireyler şirk ve zulüm tokmağı altında ezilip gitmeye devam etmektedirler.


Bakın ülkemiz başta olmak üzere, yeryüzünün dört bir yanındaki insanlar mutsuzdur. Allah’tan uzaklaşmanın doğal sonucu olarak, gerek kişi ve gereksede toplumlar çok acı çekmiştir ve çekmeye devam etmektedirler. Çünkü; tabiatı ile uyumsuz bir sistem ve kanunlar tarafından kuşatılarak yönetilmektedirler. 


İnsanlar, düşüncelerini, akıllarını, kalplerini ve hayatlarını kuşatan sahte kanunları; bu kanun koyucularını, destekçilerini sırf ekonomik güç ve çıkar elde etmek için bunları yapan ve ilahlık özelliklerini kendine yakıştırarak, insanlar üzerinde hakimiyet kuranları farkına vararak kendilerini değiştirmedikçe ve Allah’ın kanunlarına uygun olarak bir insan, aile ve toplum olma gayreti göstermedikçe istedikleri düzgün bir dünya kendilerine asla verilmeyecektir.


İnsanlar gerçek rableri olan Allah’ı tanımadıkça ve ilahlık özelliklerini ve sıfatlarını bildirdiği anayasal kanunları içeren Kur’an’ı okuyup, anlayıp tatbik etmedikçe; yığınlar ve enkazlar altında kalan gerçeklere erişemeyecektir ve üstün kan, üstün ırk, hüküm, saltanat, makam ve mal gibi, bu gelici ve geçici ucuz sıfatlardan hiç biri onu şerefli kılmayacaktır.


İnsanları bir araya getiren en önemli bağ inanç bağıdır. Bugün bu bağlar aile ve toplum ilişkilerine yansıyacak düzeyde bile zayıflamıştır. Kimseler kimseye güven vermemektedir. 


Oysa insanlığın en değerli özellikleri olan akıl, mantık ve inanç çerçevesinde bir araya gelmeleri ve toplanmaları gerekmektedir. Aksi taktirde bu toplumsal kokuşma hızla yerini ciddi parçalanma ve ayrışmalara bırakacaktır.


Durumun ciddiyetini anlayan, uyanıp çevresini uyandıran, araştırıp sorgulayan ve bu zincirlerden kurtulmak isteyen, gücünü toplayıp kendisine yönelmelidir. 


Toplumda doğruyu bulmaya çalışanların sayısı arttıkça Allah’ın ilahi yardım kaynağı herkes için harekete geçecektir.


Belkide bu yüzyıl, derin bir boşluğa ve kaosa sürüklenen insan yığınlarının yeniden Allah’a yönelme belirtileri tam olarak görülmeden sona erecektir…


Çünkü Yüce Allah her yüzyıl da bir sahneyi silmekte, yeni bir sahne kurmaktadır…! 


Tıpkı 1921 - 2021 yılı gibi….


Anlayan temiz akıl sahiplerine…


29 Aralık 2020 Salı

GELECEĞE NE KADAR HAZIRIZ?

Beşeri sistemlerin, bir ürünü olan kapitalizm ve demokrasi temelli batı modeli, artık ne kamu yararını savunmayı, ne de halkın egemenliğini teminat altına almayı başaramamaktadır. 


Bu iki başarısızlığın birikimi, topyekun eve kapatma ve dijital faşizm bileşenini bir araya getirerek, yeni bir yönetim ve kontrol mekanizması kurmayı hedeflemektedir.


Öyle sadece her ülkenin kendine has kanun yaparak bir yönetim kontrol anlayışı da değil bu!


Merkezi sistemle 7/24 saat bir izleme ve takip moduyla her şeyimizi kontrol etmeyi hedeflemektedirler.


Çoğu insana göre bunlar bir komplo teorisi olabilir! Hikaye de gelebilir.


Önemli olan süreci okuyabiliyor muyuz?


Bize sundukları teknolojik cihazları, bir mecburiyet olarak nasıl hayatımıza yerleştirdiyseler; parmak izi ve retinamızı, kişisel istek ve arzularımızı da çözerek, bizi yönlendirmelerine izin vermiş bulunmaktayız.


Bununla birlikte geliştirilen yeni programlar ve şimdi ki kullandığımız sosyal sayfalarla, hayatımızı kolaylaştırdıklarını ifade etselerde, hepimizin mahremiyet alanlarına çoktan girmiş durumdadırlar.


Medyanın ve kurulu çarkın desteğiyle suni olarak oluşturulan sosyo ekonomik çıkmazlarla bu işi başka bir aşamaya taşımaya başladılar.


Elon Musk, Bill Gates gibi vitrindeki göstermelik beyinleri, maddi olarak finanse edip parlatan yine bu firavun vari düşüncelerin mimarlarıdır.


Adına ne derseniz deyin. İster dahi ister mucit…


Sözde insanlığın yararı için, yeni keşif ve girişimler yaptıklarını iddia eden bu kişiler, yapılan projelerle neleri amaçladıklarını gizlemeden söyleyebilmektedirler.


Çünkü:bu zemin artık rahatlıkla oluşmuş durumda.


Özellikle Covid-19 ile bu sürecin hızlandırıldığını ve 3-5 yıla kadar geçiş sürecinin ilk aşamalarının tamamlanacağını söylemek daha doğru olacaktır. 


20 Ağustos 2020 yılında basının da desteği ile Elon Musk’un “ Neuralink Projesiyle ” insan beyninin içine yerleştirebilecekleri kablosuz mikro bilgisayar ara yüzleri ile insan beyni hakkında veri toplamaya ve Alzheimer, defans ve omurga hasarları, hafıza kaybı, işitme kaybı, depresyon ve uykusuzluk gibi hastalıkların çaresini kafatasının içine yerleştirecekleri çiplerle iyileştirilebileceklerini iddia ediyor. 


Hali hazırda iki domuza çip yerleştirdiklerini bir domuza ise yerleştirdikleri çipi sonradan çıkardıklarını söyledi. Yapılan deneyde hayvanların önceden belli durumlar karşısında oluşan beyin dalgalarının cihaz tarafından kayıt edildiği ve cihaz yerleşik olmadan da aynı hareketlerin benzer beyin dalgalarına yol açtığını

saptadıklarını ve bu üretecekleri cihazın insan sağlığına zarar vermeyeceğini iddia ediyorlar.


22 Nisan 2020’de “ Uydu İnternet Ağı Projesi Starlink ” projesini öncesinde de hayata geçiren ve toplam da 42.000 uydunun gökyüzüne konuşlandırılmasını hedefleyen ve sözde ticari olarak kullanılacağını iddia ettikleri bu plana ne demeli! Bu takımyıldızı uydu görüntülerinin uzaya gönderilişleri Mardin’den bile çıplak gözle görülebildi. Bu bilgilere internetten ulaşabilmeniz mümkün.


İşte bu insanlık yararına bilinen gelişmeler, haberlerin görünen kısmından yayınlanarak özellikle Covid-19 sürecine denk getirilmesi tesadüf olamaz.


Bununla beraber ön plana çıkan kişisel bilgisayarların ve Microsoft gibi yazılımların kurucusu olan Bill Gates !On yıl önce girdiği aşı sektöründe dünyada milyonlarca çocuğa aşı yapan bir vakfın sahibi kendisi.Asıl hedefi Afrikalı ve Asyalı çocuklar. Kötü sağlık hizmetlerinin ve temiz suyun yetersizliği nedeniyle menenjit ve sıtma gibi hastalıkların sık görüldüğü başta Afrika gibi ülkeleri korumak.


Gelin görün ki yapılan aşılarla ortaya çıkan sonuçlar bu amacı yalanlamaktadır. İnternette araştırıldığında, binlerce çocuğun bu aşı sonrası felç olduğu haberlerine yerel ve yabancı kaynaklarda rastlayabilmeniz mümkündür.


Asıl niyetleri 2013 yılında The Telegraph gazetesine verdikleri röportajda daha belirgin olmaya başlıyor. Bill Gates’in “ Benim artık paraya ihtiyacım yok, ben Tanrı’nın işini yapıyorum ” demesi çok anlam içeriyor..


Yine bu Covid-19 süreciyle ortaya çıkan 4 projeye milyonlarca doları destek olarak hibe etmeleri tesadüf değil. 


Financial Times gazetesine yaptığı açıklama da oldukça dikkatleri üzerine çekiyor.

“ Corona virüs benzeri salgının her 20 yılda bir karşımıza çıkabileceğini belirterek; şu an yaşadığımız durumdan ders çıkarıldığına ve gelecekte benzer bir durumda daha hazırlıklı konumda olacağımıza inandığının altını çiziyor. Bu salgından devletlerin de ders çıkaracağını belirterek; bu kapsamda erken uyarı sistemlerinin de hayatımıza girmesini beklediğini ” belirtiyor. 


Bakın bu açıklamaların hiç biri tesadüf değil. Ulus devletleride üstü kapalı tehdit ediyor ve pazarlık görüşmelerine zorluyor. Bu söylemler hayata geçirilmek istenen planları açıkça gözler önüne seriyor. Öncesi sorunlar yaratılıyor ve üstesinden gelmek için yeni politikaların geliştirilmesi için çözüm olarak kendilerine dönülmesi dayatılıyor. 

İnsanlık olarak bizler bu olanları yiyerek, içerek, uyuyarak, gezerek, çalışarak, tüketimi içselleştirerek ve alışveriş manyaklığına teslim olarak izlemekle yetiniyoruz. 


Bu yeni düzen, zengin veya fakir olsun, Türk, Kürt, Arap, Alman, Fransız, İngiliz, Müslüman yada diğer dini inanca mensup kesimleri fark etmeksizin tüm halkları hedef almış görünüyor.


Fakirseniz işinizi aşınızı, zenginseniz malınızı mülkünüzü…! 


Yapılan bir çok yalan ve gerçek haberlerle tv karşında insanların enerji frekansları düşürülüyor ve insanlara gelecek korkusu veriliyor.


Temeli boş bırakılmış inançsız insanların bu tuzaklara düşmeleri daha kolay oluyor. 


Psikolojik olarak çökertilen beyinler boşluğa düşme konusunda daha kolay yem olabiliyorlar. 


Enerjisi düşen insanlar psikolojik olarak çöküyor ve hastalanarak yatağa düşmeye başlıyorlar. 


Bununla beraber suç oranları da bir çok sebepten dolayı artmaya başlıyor..



Allah’tan korkmayan ve kendileri gibi bir beşere tabi olarak yaşayan kullar, şeytan ve şeytanın dostlarına teslim olarak yaşamaya alışıyorlar.


İşte o şeytan sizi ancak kendi dostlarından korkutur, mümin iseniz onlardan korkmayın benden korkun.(Al-i İmran 175)


Kuran’ı Kerim, bu hatırlatmayı öncesinden yapmış bulunuyor ve Allah, iradelerini kullanarak insanların özgürleşebileceklerini bildiriyor. Tabi bu durum temiz akıl sahipleri için geçerli bir durum..


Hakikaten biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali vermişizdir. Fakat insan tartışmaya çok düşkün bir varlıktır.(Kehf 54)


Diğer yandan beşeri kanunların oluşturduğu düzenin çarkı haline gelmiş bilinçli ve bilinçsiz, inançlı ve inançsız bir sürü insanlar var. 


Bu çoğunluk, çarpık sistem içerisinde kula kul olmayı seçmiş ve sistemin ayakta kalması için maddeleşmeyi, mal ve mülkleşmeyi, mevki ve güç devşirmeyi daha fazla kabul görmüştür.

 

Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.(Zariyat 56)


Olan bitenleri sorgulamadan, bu gidişatın yarattığı belirsizlik ile acı, gözyaşı ve savaşlara sessiz ve seyirci kalmıştır.


Vitrinde görünen bu insanlar ve ardındaki gerçek akıl sahipleri, kölelik sistemi ile hüküm süren yeni bir dünya düzenini 5-10 yılda çıkardıkları kanunlarla, icatlarla sürdürmeye ve çoğu yığınları etkileyerek peşlerinden korku ve belirsizlikle sürüklemeye devam edeceklerdir.


Yeryüzünde bulunanların çoğu, kendilerine uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar.Çünkü onlar zandan başka bir şeye tabi olmuyorlar ve temelsiz bir tahminden başka bir şeye de dayanmıyorlar.(En’am 116)


Beşeri sistemler, sihirbazlıklar üzerine kurulmuş olan para, güç ve medya ortaklığının bir ürünüdür. Buna şimdide dijital oyuncakları dahil ederek, kontrol mekanizmalarını artık tek elde toplamayı ve yönetmeyi istemektedirler. 


Dikkat ederseniz bu süreçte savaşlar ve bombalar da az konuşuluyor. Çünkü onların ev sahipliğinde barış ve savaş görüşmeleri yapılıyor. Onlar bunlara karar veriyor..


İnsanlığın çoğuna düşende dayatılanları şartsız kabul etmek oluyor.


İşte bu güç ve makam tutkunu insanların yarattığı dünyayı kendi ellerimizle biz inşaa ediyoruz. Bizi kontrol etmeleri için onları biz seçiyor ve bu zemini onlara yine biz hazırlıyoruz. Hal böyle olunca başımıza ilah kesilerek, kaderlerimizi kontrol altına almaya kadar varan cüreti gösterebiliyorlar… 


Sürekli olarak bir korku pompalamaları ve insanların gerçek amacından uzaklaşmalarını sağlayarak, biraz savaş, biraz virüs, biraz küresel iklim değişiklileri, biraz ekonomik kriz, biraz yalan haberler derken şimdide yarattıkları suni krizlerle insanlara takip cihazı takarak robotlaştırmayı hedefliyorlar…


Bu (azab) şundan dolayıdır ki, onlar dünya hayatını sevmiş ve onu ahirete tercih etmişlerdir. Allah da kafirler topluluğunu hidayete erdirmez.(Nahl 107)


Yukarıda bahsettiğimiz yeryüzünün gerçek hakimleri olduğuna kendilerini ve başkalarını inandırmış onların planı!


Ya dünyanın gerçek sahibi olan Allah’ın dünya hakkında ki planı nedir? Bunlarda Kur’an-ı Kerim’de çok açık şekilde belirtilmiştir.


Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çer-çöp olur. Ahirette ise çetin bir azab; Allah’tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.(Hadi 20)


Biz gök ile yeri ve aralarındaki şeyleri, boş bir eğlence için yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu katımızdan indirirdik. Yapacak olsaydık öyle yapardık.(Enbiya 16-17)


Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden ( erkek ve kadın sularından ) yarattık da onu işitici, görücü yaptık.(İnsan 2)


O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır.(Mülk 2)


Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz.(Enbiya 35)


Bu ayetlere değinmemin amacı, insanların hayatını meşgul eden bir çok safsata ve boş gündemlerden sıyrılarak tevhid anlayışını kavramaları ve dünya hayatında yapılmak istenenlerin temiz bir akılla sorgulanarak yaşanmasına biraz katkı sunmaktır.


İşte dünya ve sonrasında ki geleceğe ne kadar hazırız sorusuna burdan başlamakta  yarar var…



Saygılarımla


20 Aralık 2020 Pazar

KAOS VE FESAT ORTAMINDA YAŞAMAK

Bir yerde kaos varsa, orada her türlü fesat ve fitnenin oluşması kaçınılmazdır.Kaosun olduğu yerde sağlıklı düşünen insanların olması ve yaşaması da mümkün değildir. Genel itibariyle bir parçalanma söz konusu olduğundan; tarafgillik ön plana çıkmakta, insanlar renkten renge girerek, farklı maskeler kullanmaktadırlar.


Kim, neyin tarafındaysa olayları ona göre değerlendirir. Çünkü: bir yerde kaos varsa kanun yok demektir. Kanunun olmadığı yerde adalette olmaz. 


Ortadoğu ülkelerinde yaşanan durum bunu daha iyi gözler önüne seriyor.


Kimse geçmişten ders çıkarmıyor.


Aynı ülkenin insanlarının birbirlerine kırdırılarak içten içe çözülmeleri sağlanıyor.


Her devletin yeraltı ve yerüstü kaynakları, birbirine düşürülen grupların eliyle talan ediliyor.


Değerinden düşük bir fiyata satılıyor…

 

Böyle bir ortamda İslam ve insanlık adına faydalı bir düşüncenin oluşması, yeşermesi de söz konusu olamıyor.


Kuran’ın defalarca vurguladığı aklınızı kullanın emrine karşı, insanlar mantıklarından çok duyguları ile hareket etmeye başlıyor.


“Nitekim birçok memleket vardır ki, o memleket (halkı), zulmetmekte iken, biz onları helak ettik. Şimdi o ülkelerde duvarlar, (çökmüş olan) tavanların üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hale gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ihtişamlı saraylar vardır.” ( Hacc 45 )


Bu süreç, insanları mesafesiz, şartsız Allah - kul ilişkisinden koparıp, şartlı ve mesafeli yöneten - yönetilen beşeri kanun ve otoriteler üzerinden itaat etmeye mecbur bırakıyor.


İnsanlar; şahıs, cemaat, kurum, grup ve partiler üzerinden Allah’a yakınlaşmayı ve iman etmeye teşvik ediliyor.


“Dinlerini parçalara ayırıp grup grup olanlarla senin hiç bir ilişkin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır; sonra onlara durumlarını haber verecektir.” ( Enam 159 )


Durum böyle olunca da şahıslar arasında sınıfsal ve mezhepsel çatışmalar baş gösteriyor.


Toplum bölünür ve daha iyi yönetilir hale geliyor.


Unutulmamalıdır ki! İslam ve İman şahıslar üzerinden değil, Allah’ın verdiği akıl ve literatürlerle gerçekleşir. 

“Bu Kuran; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir” (İbrahim 14/52)


Bunda da her hangi bir zorlama yoktur. Hak ve batıl birbirinden tamamıyla ayrılmıştır.


“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim tabutu inkar edip, Allah’a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiç bir zaman kopmaz. Allah her şeyi işitir ve bilir.” ( Bakara256 )


Bunlara değinmemin amacı kaos ve fesat ortamının zalim ve cahil insanların eliyle oluştuğunun daha iyi anlaşılmasıdır.


Çünkü inancı güzel olan insanların davranışları, yaşam biçimleri ve toplumlarına yansır.


Bugün Koronavirüs ile ilgili yaşanan sıkıntı fesat ile alakalıdır. Tıpkı geçmişte diğer kavimlerin başına gelenler, bugün bizlerin de başına gelmiştir.  


Yeryüzünde bozgunculuk yaparak fesat çıkaranların, Allah’ın istediği şekilde yaşamayıp O’na karşı gelen insanların yaptıklarına karşı çıkma-manın getirdiği sıkıntıları bütün dünya insaları olarak hepimiz ödüyoruz.


“Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü işlemişler, onu bunların imar etiklerinden daha çok imar etmişlerdir. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar, kendi kendilerine zulmetmekte idiler.” ( Rum 9 )


Hepsi yaratılış gereği Allah’ın birer askeri gibidirler. Kuran’da geçen; Nuh, Semud, Hud, Lut, Firavun ve Medyen kavimlerinin helak edilmesinde bu tabiat güçleri asker olarak kullanılmıştır. Tıpkı Nuh ve Firavun kavimlerinin su ile yok olup gitmesi gibi…! Bizler bu tarihi gerçeklerle fazla yüzleşmeyi istemiyoruz. Dünya siyasetini ve kokuşmuş beşeri sistemi konuşmak daha mühim geliyor bizlere..


“Onlara, kendilerinden evvelkilerin; Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri, onlara apaçık mucizeler getirmişti. Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekte idiler” (Tevbe 70)


İşte bu Koronavirüs gibi görünmez mikroplarda, Allah’ın kontrolünde olan birer asker olarak; yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkaran, fesada, haksızlıklara, zulme engel olmayan ve seyirci kalmayı tercih eden biz insanlara topyekün bir hatırlatma ve imtihana tabi tutulma olarak değerlendirilebilir. Çünkü: hiç bir olay Allah’ın kontrolü dışında gelişmemektedir. 


“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilmez. Onlar için Allahtan başka hiç bir yardımcı da yoktur. ( Rad 13/11)


Yeryüzünde bitkiler, hayvanlar, denizler, gökteki cisimler birer alemdir. Bunların hiç fesatlık yaşadığına tanık olmadık. Fesat karada ve denizde zalim ve cahil insanların eliyle ortaya çıkar. İnsan eliyle bitkilerin genine müdahale eder, hayvanları kopyalamaya kalkar, uzayı casus silahlar ve savaş arenasına çevirir. Denizlere kimyasal atıklar atar, nükleer bomba denemeleri yapar. Ozon tabasını deler ve fesadı her yere insanlar yayar.


“İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah dönüş yapsınlar diye işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor. İnsanlık dışındaki bütün varlıklar, bitkiler, hayvanlar yer ve gök, denizler hiç olumsuz özellikleri ile gözükmezler.” (  Rum 41)


Bunun en temel kaynağı imansızlık ve ahlaksızlıktır. 


Kuran’ın yol göstericiliğinden uzaklaşmış olmaktır. 


Toplumda ki kokuşmuşluğun ve dengede ki sapmanın karşılığıdır. 


Maddeye daha fazla önem vermektir.


Yaşanan fesada engel olma cesareti gösterememektir.


Bu sebeple de zararını iyi ve kötü fark etmeksizin hepimizin çektiği bir durumdur. 


Umarım insanlık bu durumu daha geç olmadan farkında olur…!

22 Kasım 2020 Pazar

AİLE YÖNETİMİ


Bu yazımı, son dönemlerde çözülme noktasına gelmiş ve herkesin huzursuz ve şikayetçi olduğu aile kurumunun nereye gittiğini ve aile içi ilişkilerde meydana gelen yozlaşmaların sebeblerine değinme gereği duydum. Bugün yeterince anlaşılamasak ta gelecek kuşaklara ithafen kaleme alma gereği duydum. 


Umarım ki faydalı olur.


Günümüz dünyasında firavunların hakim olduğu bir düzende yaşıyoruz. Bu düzenin yarattığı düzensizlik ve kaos ortamında kimsenin kendisi olmasına ve dilediği gibi yaşamasına imkan verilmiyor.

Bu çağ kimsenin kimseye güvenemeyeceği, bireyselciliğin öne çıkarıldığı bir kirli dönem haline gelmeye başladı. Bunun en büyük amacı aile yapısını yozlaştırmak ve çökertmek.


Evlerimiz ve aile yapımız beyinlerimizle birlikte ciddi bir işgal altındadır.


Evlerimiz, birer kitle imha silahına dönüşmüş kitle iletişim araçları ile sürekli bir bombamdırman altında işgal ediliyor.


Bu durum evlerimize sahip çıkmamızın büyük önem arz ettiğinin işaretidir aslında.


 Ama maalesef ki çoğu insan bunu yeterince farkında değil.


Evlerimizi bu savunmasız düzende birer sığınak veya kale edinerek, tüm fonksiyonları ile kurumsallaştırmamız gerekiyor.


Evlerimizin kıblesini, gündemini, huzurunu ve ruh halini televizyon kanalları, internet ve cep telefonları belirlemektedir.


Çoğu evler eğitim yuvasına benzemiyor. Çağdaş olarak nitelendirebileceğimiz evler daha çok sinemaya, gazinoya, stadyuma, otele ve restoranlara dönüşmüş durumda.


Bu kadar işgal altında olduğunu farkında olamayan aile bireyleri; Bilgisayarda binlerce mil ötedeki insanlarla iletişim kurmasına rağmen, yanı başındakilerle sağlıklı iletişim kuramıyor.


Bununla birlikte anne ve babalar kendilerini ve çocuklarını korumaları ve yetiştirmeleri gerekirken, çocuklarını başkalarına havale ediyor ve böylece ailenin kurumsal yapısı çökmeye başlıyor.

Kurtlara teslim edilen kuzular gibi çocuğunu kimlere teslim ettiğini düşünmüyor kimse!


Çocukları cep telefonu ve oyunlar yönetiyor ve yönlendiriyor. Bunun faturasını ileriki yıllarda kendisi ile beraber toplumda yaşanılması kaçınılmaz olan travmatik ve psikolojik vakaların artışı ile daha net görmeye başlayacağız.


Evlerimizi ve o evlerde yaşayan kadın ve çocuklarımızın manevi değerlerini ihmal etmenin cezasını çekiyoruz.


Toplumun düzelmesi için işe evlerden başlamamız gerekiyor.

Toplumumuzdaki yozlaşma evlerde kendini daha iyi gösteriyor.


Öncelik olarak evleri birer otel ve lokanta halinden çıkarıp, ruhların huzurlu olabilmesi için birer eğitim ve öğretim yeri haline yeniden getirmemiz gerekiyor.

Evlerimiz ölmedenki mezarlarımız haline geldi. 


Evlerde hayat bulmamız ve kendimizi yetiştirmemiz  gerekirken, oralarda yatıyor ve boşa ömür tüketiyoruz.


Çocukların evde ve toplumda manevi yönde örnek alabileceği şahsiyetlere dönüşemiyoruz.

Bir çoğumuz evde başka, dışarda ve işte başka kimliklere ve şahsiyetlere bürünüyoruz.


Sistemin ve hatta cahil toplumun genel geçer kabul ederek yetiştirdiği bukalemun taklitçiliği ile renkten renge girmeyi kabul ediyoruz.


Her ortama ve kişiye başka maskeler taşıyor, insana ve şartlara hangisi uygunsa onu yüzümüze geçiriyoruz. İki yüzlü olmak yetmiyor İkiyüz yüzlü olmanın yollarını arıyoruz.


Mevki, makam, para ve dava sahibi diye geçinen kimselerin evlerinde, insanlık adına birşey yapamadığını görüyoruz.


Bu durum hangimiz için geçerli değil ki! Kendimizi ve evimizi sorgulamamız gerekiyor.


Ailede kadın ve erkek arasındaki kültürel ve manevi uçurumlar her geçen gün daha da artıyor. 


Aile saadeti ve huzuru nostaljik bir ifadeye dönüşüyor ve yeni kuşaklar bu örneği büründükleri dizilerde aramaya başlıyor.


Çocuklar sanki bizim çocuklarımız değilmiş gibi yetişiyor.


Aynı evde aile olmanın önemini, babalık ve kocalık, annelik ve kadınlık rollerinin sorumluluklarını yeterince yerine getiremediğimiz için herkes bireysel takılıyor, herkes özgürce kendi heves ve hislerinin istikametinde hayatını yaşıyor. 


Böylece kendisi ayrı, çocuklar farklı dünyanın insanları olmaya başlıyor. Aile bireyleri sokaktaki insanlar gibi birbirine yabancı, acılarına duyarsız ve ilgisiz hale geliyor.


Evlerimiz birer okul olduğu gibi, aynı şekilde birer huzurevi ve çocuk yuvasına da dönüşebilmelidir. 


Hammadde halinde işlenmeyi bekleyen küçük çocukların, her yönden büyümesini ve gelişmesini sağlayan, onların şahsiyet sahibi birer insan olmasını ve Allah’a kulluk bilinci ile yaşadığı toplumun sağlıklı, üretken ve faydalı bir üyesi haline gelebilmesi için evlerimiz birer fabrika gibi olmalıdır.

Bir çok anne ve baba, çocuklarının bezleri, yeme içemeleri, giyim ve oyuncakları ve hatta mal biriktirerek gelecek için yaptıkları masraflar kadarını, bir o kadarınıda Allah’la olan irtibatlarına, maneviyatlarına, kalplerine ve ruhlarına önem verip harcayamadıklarından evlatları ile olan sınavlarını kaybediyorlar.

Kafa ve gönülleri aç bırakan, hastalıklı düşünce ve inançlarla doldurulmasına sebep olan ve buna izin veren aileler, toplumun bugün geldiği trajedik noktaya en büyük katkıyı sağlamaktadırlar.


Evlerde, eğitim ve öğretim ortamıyla yaşatılamayan ve canlı olarak örneklenemeyen manevi değerleri hakim kılmazsak, sokakları, işyerlerini ve toplumun düzelmesini ve değişmesini bekleyemeyiz.


Toplumu iyileştirmenin en büyük modeli ailedir. 


Ailevi değerlere önem verip ayakta tutamayan kişiler, toplumunda gelişmesine ve ilerlemesine engel olmaktadırlar.Bırakın ellerinizden telefonları, zihninizi işgal eden televizyonların karşısından çekilin ve terkedin anlamsız kişisel olay ve gündemleri.


İlimle meşgul olun. Sizin ve çocuklarınızın dünyası ve ahiret kurtuluşu için Allah'tan duanızın kabul olması için şartlar yaratın.

Gerçeklerle meşgul olun. Batıl ve müşrik inanç sisteminin argümanlarına ne kendinizi, ne ailenizi ve nede inancınızı teslim etmeyin!


Bugünden itibaren bu konuya kendimizden ve ailemizden başlayarak daha fazla önem vermemiz, geç kalmışlığın önüne geçmek için bir adım olabilir.

Saygılarımla 


Servet Ünal 



16 Ağustos 2020 Pazar

X.. Y.. Z.. DERKEN ALFA KUŞAĞI GELİYOR !


Komplo teorileri üzerine sürekli kafa yorarken, aslında yorum yap- mak yerine olayları derin analiz edebilmenin daha önemli olduğunu anladım.
Covid-19 sonrası eğitimden sağğa, ekonomiden sosyal hayata kadar bir çok alanı etkileyerek yeniden restore edilmesini ön gören bu sistemde, üst akıl denilen
karar kılıcıların ne yapmak istediklerini ve insanlığı nereye sürüklediklerini anlamak zorlaşı- yor.
Annelerimizi ve babalarımızı anlayacağımız, kızlarımız ve oğullarımızla daha iyi anlaşaca- ğımız bir dünya beklerken; İnsan ilişkilerinin daha da mesafeli hale geldiği bir döneme hep beraber tanık oluyoruz.Deneyimler üzerinden geleceği ön görmek için işe öncelikle kuşak kavramını inceleyerek başlamalıyız.
Yaşanan dönemleri anlayabilmek bizi geçmiş ve gelecek arasında kurduğumuz bağa sı- kışmaktan kurtarır. Bu sebeple yeni kuşağı bekleyen süreçler üzerine biraz kafa yormak ve sizlerle paylaşmak istedim.Çünkü: Bir kuşağı anlamak, bir dönemi anlamaktır. Her yeni ne- sil, hayatın iktidarında olan orta yaşlı nesilden gördüklerini düzeltmeye veya telafi etmeye çalışır.
Türkiye’de şuan beş kuşak birlikte yaşıyor. Bunların ilki;
1927 - 1945 yıllarında iki dünya savaşı arasında doğmuş olan “ Sessiz ” kuşaktır. Yaşamı- na sıkı çalışmayı, sadakati, saygıyı, geleneklerine bağlılığı ve istikrarı yerleştirmiş kuşaktır. Bugün artık yüzde 90’ından fazlası hayatta yer almamaktadır.
1945 - 1964 yıllarında dünyadaki yıllık doğum hızının büyük artış gösterdiği ve ismini bu- radan alan “ Bebek Bombardımanı ” kuşağıdır. Önce çocuklarına daha sonra ise anne ve babalarına bakan bu kuşak, kalabalık ailelerin belki son temsilcisidir. Kuşaklar teorisine göre rasyonel aklı, düşünmeyi temsil ettiğine inanılır. Ve belki de bu özelliklerinden dolayı, kendilerinden olmayan kuşaklarla da en iyi anlaşan jenerasyondur.
1965 - 1979 yıllarında doğan “X kuşağı”. Kuşak döngüsünde bireyselciliği temsil etmek- tedirler. Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini oluşturmaktadırlar. Bugün iş yaşamında önemli ölçüde liderlik koltuklarında bu kuşağın oturduğunu söyleyebiliriz. Bu kuşak, iş yaşamının ilk döneminde ciddi olmayı öğrenmiş; gülmeyi eğlenmeyi iş şına bırakmış, mücadeleci ve rekabetçi özellikleri olandır kuşaktır. Ayrıca bu kuşak teknolojik gelişmelere mecbur kaldığı
için bu gelişmeler karşısında uyum sağlama emilimi göstermişlerdir. En apolitik olarak ka- bul edilen kuşaktır. Siyasallaşmanın bedellerinin en ağır biçimde ödeyen önceki nesil anne ve babaları tarafından evden olaylara karışma diye okula uğurlanan kuşak olarakta bilinir- ler. Gelişimin her halini gören bu insanlar, yeri gelince tarihi, yeri gelince teknolojiyi yansıtı- yorlar.
1980 - 1999 yılları arasında doğduğu kabul edilen kuşağ“Y kuşağı” diyoruz. Benimde dahil olduğum bu kuşak; Dünyanın evvelce hiç karşılaşmadığı baş döndürücü bir hız ve dehşet verici meydan okuyuşlarla, olaylarla buluştuğu yıllar. İşte bu zorlayıcı bağlamın mi- safiri olarak; 7,5 milyarlık dünyanın yüzde31’i, 82 milyonluk Türkiye’nin yüzde 32’si bu ku- şağa aittir. Bu kuşağın büyüdüğü yıllar, dünya Körfez Savaşı, 11 Eylül vb. Gibi olaylarla di- dişirken. Ülkemizde refah ve kriz dönemlerinin iç içe geçtiği yıllar. İnternet, Cep telefonu, iPod, Playstation gibi teknolojinin hayatımıza girdiği yıllar. Bu kuşak önceki kuşak gibi so- nuca odaklanmak yerine, sürecin tadını çıkarmak isteyen, saygının hak edene sunulması gerektiğine inanan, içinde bulunduğu topluluğu etkileyeme ve onlardan etkilenme eğilimi yüksek, harekete geçmek için anlam arayan, eş zamanlı olarak bir kaç işi birden yapabi- len, teknolojiyi çok iyi kullanabilen, yaşamları boyunca 10 kereden daha fazla iş değiştire- bilecekleri öngörülen ve iş bulmadan işten ayrılan, otoriteye başkaldıran, girişimci, tatmin- siz, özgüvenli, gerçekçi ve şeffaf bir çok özelliği içinde barındırıyordu. Hem gündelik ya- şamın hem de iş yaşamının kodlarını yeniden yazan bir kuşak.
2000 - 2018 yeni jenerasyon “Z kuşağı” Bu kuşak için kanıtlanmış davranış kalıplarının tespiti için zamana ihtiyaç var. Öngörü ve kuşağın güncel davranış kalıplarına bakarak, daha yaratıcı, daha sahici, daha uyumlu bir dönemin başladığını söyleyebiliriz. İnternet aracılığı ile sosyalleşmeyi tercih eden, telefonu ve tableti elinden bırakmayan, tüketim ba- ğımlısı yeni kuşak.
Yukarıda kısaca ait oldukları sosyal, kültürel mirası devraldığı önceki kuşaklara değindik. Çıkarabileceğimiz en önemli ders; her bir kuşağın kendi içerisinde ayrı özelliklere sahip ol- dukları ve devraldığı önceki kuşağın benzeri olmadıkları ve tam tersi süreçlerle karşılaştık- larıdır.
Şimdi değineceğimiz konu; Z kuşağının ardından hangi kuşağın geleceğidir. Avusturalya’- da bir gurup demografi uzamanı, Z kuşağından sonra hangi kuşak gelecek sorusuna ce- vap aramalarıyla ortaya çıktı. Ulusal bir anket uygulaması yapılarak, katılımcıların potansi- yel isimleri kendilerinin düşünmelerini istemişlerdi. Bu anketin sonucunda “Alfa” adı orta- ya çıkmıştır.
Bu süreçte nesiller 6’ncı kez kategorize ediliyor.
2013 -2030 yılları arasında doğanlardan oluşacak “ Alfa kuşağı ” en teknolojik odaklı ku- şak olacaktır. Diğer nesillerden daha genç yaşlarda teknoloji ve teknolojik gelişmelerle et- kileşim içerisinde olacaklar. Diğer nesillere göre daha az konuşacaklar, insani ilişkileri ve sosyalleşme süreçleri mesafeli olacak. Gerekmedikçe fiziksel buluşmalardan kaçınmayı tercih edecekler. Sanal gerçeklik hayatın birçok alanı başta olmak üzere, robot arkadaşlar yada yardımcılarla oynamak, ders çalışmak, sohbet etmek, zaman geçirmek hayatlarının en önemli parçaları olacaktır.
Yüz yüze eğitimin günümüzde teknolojiye endekslenip uzaktan eğitime dönüşmesiyle be- raber, bu kuşağın çevirimiçi öğrenme yoluyla günümüzdekinden farklı ve daha uzun süre eğitim alacakları ön görülmektedir. İş gücüne diğer kuşaklara göre daha geç katılacaklar- dır.
Tabi bunlar Alfa kuşağı için birer varsayım. Her kuşağın kendine has özellikleri ve zorlukları olacağı gibi bu kuşağıda bekleyen iyi ve kötü şeylerin ne olacağını söylememiz için çok erken. Bununla beraber birey ve aile kavramının, ahlak ve değer yargılarının gelecekte na- sıl bir sisteme dönüşeceğini sorgulamak lazım.Çünkü: günümüz insanları artık mutlu değil. Buda yeni kuşağın mutluluğa doğru gitmediğini çok iyi gösteriyor.
Önemli olan teknoloji ve fiziksel dünyanın kesiştiği bu noktada, yeni kuşaklar için nasıl bir dünya bırakacağımızdır.
Bu durum gelecek kuşakları yalnızlaştırıcak mı?

15.08.2020
Servet Ünal


UYANIN!

Great Reset'çilerin Yeni Dünya Düzeninde Türkiye için planı, ABD gibi bir göçmen ülkesi, Çin gibi ucuz işgücü cenneti olması var.  Bu ko...