Haçlı
Seferleri, dünya tarihinin en uzun soluklu mücadelelerinden biri olarak tarihe
geçmiştir. Müslümanlar, amaçlarını anlamak konusunda yetersiz kaldıkları bu
yeni komşularını, siyasi rakiplerine karşı kullanabilecekleri bir araç gözüyle
bakarak fazla önemsememişlerdir.
Haçlılar da bu durumdan istifade ederek belki
de umulandan çok daha rahat bir şekilde ana hedefleri Kudüs'e ulaşmayı ve
Ortadoğu'ya yerleşmeyi başarmışlardır.
Başlangıçtaki
heyecan, karmaşa ve ön yargılar aşıldıktan hemen sonra tarafların, siyasi
gereksinimlerinin aslında birbirlerinden pek de farklı olmadığı gerçeğini idrak
etmeleri güç ve iktidar adına yapılan siyasî ittifakları da beraberinde
getirmiştir.
Ve bu günümüzde de farklı
versiyonlar ile devam etmektedir.Müslümanlar tarafında Nureddin Mahmud
b. Zengi, Selahaddin Eyyûbî ve Memlûklar, Haçlılar safında ise IX. Louis ve
bazı istisnalar dışında 200 yıllık bu mücadeleye yön veren, seferlerin kaderini
etkileyen temel olgu, siyasî ve ekonomik gereksinimlerin etrafında şekillenen
karşılıklı çıkar ilişkileri olmuştur. Bu türden ilişkiler ise tarihin her
döneminde Ortadoğu bölgesinin kaderini şekillendirmiştir. [1]
Nitekim Haçlı Seferleri
sırasında yaşananlarla günümüzde Ortadoğu'da yaşananlar arasında herhangi bir
farklılığın olmadığı görülmektedir. Dikkat
edilirse,tüm dünya ülkelerinin gözü Ortadoğu'dadır. Her kutup ve sistem kendine
göre politikalar geliştirdi, bir biri ile çeşitli ilişkiler kurarak süreç
içerisinde ilginç bir dünya düzeni kurdular.
Bölgenin coğrafyası,coğrafya üzerine çizilen sınırlar,o sınırlar üzerine
kurulan devletler, her birinin ulus devlet olma özelliği, bu devletlerde
sergilenen demokrasi oyunları,ekonomisi,politikası ve en önemlisi yeraltı
kaynaklarının paylaşımı ve kaderi emperyalizm tarafından belirlendi.
Yüzyıl
önceden oluşturdukları emperyalist yapı ile günümüze uzanan kirli bir siyasetle, doku ve dengeler ile sürekli
oynandı ve oynanmaya devam ediliyor. İslam adına Müslüman bir coğrafya'da El
Kaide, El Nusra, IŞİD vb. gibi İslam ve İnsanlık düşmanı yapılanmalar
yaratarak, Büyük Orta Doğu Projesi (BOP), Arap Baharı, Arap Devrimleri gibi
türetilerle Ortadoğu'yu yangın yerine çevirdiler ve çevirmeye devam ediyorlar.
Ortadoğu'da kirli politika ve savaşların, tükenen enerji ve petrol
kaynakları için yaşandığı gerçeklik göz önünde
bulundurulduğunda; paralel olarak sırayı yine hayati önem taşıyan tatlı
su kaynaklarının tahribiyle ivme kazanacak olan su savaşları alacaktır.
Dünya yüzeyinin yaklaşık yüzde 70'i sularla kaplıdır. Mevcut
suyun %97'sini okyanuslar ve denizlerdeki tuzlu su oluşturmaktadır. Geriye
kalan %3'lük kısmını ise canlıların ihtiyaçlarını karşılayan tatlı sular
oluşturmaktadır.Bu %3'lük su miktarının dünya üzerindeki dağılımı da son derece
dengesizdir. [2]
Su ve petrol konusunda zengin olan, fakat bölge içinde
yıllardır siyasi istikrar sağlayamamış Ortadoğu’da adeta bir çatışma ortamı
yaratan su, diğer ülkelere nazaran İsrail’in tekelinde dağıtılmaktadır ve bu
durum Ortadoğu’daki birçok ülke için hayati sorunlar yaratmaktadır. Suya ve su
kaynaklarına ulaşmak için silahların devreye sokulduğu Ortadoğu’nun durumu,
insanlığın geleceği için acı verici bir örnektir.
Su kaynakları ile ilgili gelenek ve yasaların insanlık
tarihi ile birlikte doğduğu çeşitli kaynaklarda ifade edilmektedir. Uygarlığın
doğup geliştiği bölgelerden biri olan Anadolu ve Ortadoğu; M.Ö. 3000
yıllarından itibaren insanlara sağladığı su kaynağı ve su ulaşım yolları ile
temel yerleşim ve uygarlık alanlarından birisi olmuştur.
Su özellikle bu bölgede
varlığı ile medeniyetin beşiği olurken, yokluğu da bu medeniyetlerin
yıkılmasına yol açmıştır. Bilinen en eski uygarlık, ilk kez Fırat ve Dicle
kıyılarında (Mezopotamya) kurulmuştur. Arkeologlar bu bölgede 4200 yıl önce,
300 yıl boyunca etkisini gösteren bir kuraklığın, Ortadoğu'nun ilk
uygarlıklarından Akad Uygarlığı'nı çökerttiğini belirlemişlerdir.
Dünya, Ortadoğu gibi hızlı
büyüyor. Fransız devriminden itibaren bakacak olursak; 1 milyar olan insan nüfusu
1960’larda 2,5 milyar, 2000li yıllarda ise ortalama 6,5 milyar insan nüfusuna
ulaşmıştır. 2014 yılı itibariyle 7 milyar seviyesindedir. En hızlı nüfus artış
oranı ise Ortadoğu ülkelerinde görülmektedir. Aynı paralelde Türkiye'nin de
nüfusu hızla artmaktadır.
Nüfus artışı konusunda yakın tarihimize bakacak
olursak; cumhuriyetin kurulduğu yıllarda 14 milyon olan Türkiye, 1950 yılında
20 milyon, 1970 yılında 40 milyon, 1990 yılında 56 milyon nüfusa sahipken 2014
yılında 77 milyon insan nüfusuna ulaşmıştır. Şimdi aşağıda Ortadoğu'nun en önemli su kaynaklarına ve belli başlı krizlerine değineceğiz.
Zengin su kaynaklarına ve petrol
rezervlerine sahip olan Ortadoğu'daki başlıca beş su kaynağından beslenmektedir[1].
Türkiye’den doğup, önce Suriye’ye ardından
Irak’a geçen Fırat ve Türkiye’den doğup Irak’a geçerken Fırat Nehri ile
birleşerek Şattülarap adını alan Dicle Nehri havzası.
İsrail, Ürdün ve Filistin tarafından
kullanılan, Golan Tepeleri’nin batısından başlayarak önce Tiberiya Gölü’ne ve
oradan İsrail işgali altındaki toprakları geçerek Ölü Deniz’e dökülen Ürdün
(Şeria) Nehri havzası.
Lübnan, Suriye ve Türkiye arasındaki Asi
Nehri havzası.
Bir kolu Viktorya Gölü’nden, öteki kolu
Burundi Nehri’nden başlayan ve Burundi, Raunda, Tanzanya, Kenya, Etiyopya,
Uganda, Kuzey ve Güney Sudan ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden geçen Nil
Nehri.
Lübnan topraklarında doğup denize dökülen
Litani Nehri.
Bu nehirlerden Fırat ve Dicle
Nehri’nin toplam su potansiyeli yaklaşık Nil Nehri’ne eşit ve yıllık ortalaması
87.7 milyar m³’tür. Fırat Nehri, Erzurum Dumlu Dağından doğup, ana kaynaklarını
Doğu Anadolu Bölgesi’nden alarak Suriye ve Irak topraklarına geçmekte, Dicle
Nehri’yle birleştikten sonra Şattü’l Arab adını almaktadır[2].
Nehir, yıllık ortalama akımı olan 31.6 milyar m3 suyun
%90’ını Türkiye’den, %10’unu da Suriye topraklarından almaktadır[3].
Irak’ınsa
bu nehre herhangi bir katkısı yoktur. Dicle Nehri, Doğu Anadolu’da Baba
Dağı’nın güney eteklerindeki kaynakların birleşmesiyle meydana gelir. Ambar,
Kuru, Pamuk, Hazro, Batman ve Garzan Çayları ile beslenerek Habur’dan Irak’a
girer[4].
Yıllık kapasitesi 48.67
milyar m3 olan bu
nehre Irak’ın katkısı %52, Türkiye’nin katkısı %48’dir ve Suriye’nin herhangi
bir katkısı yoktur[5].
Ürdün
Nehri’ninse yıllık ortalama su miktarı 1.4 milyar m³ olup, Fırat ve Dicle’nin
veya Nil Nehri’nin taşıdığı su miktarının ancak %1.5’ine tekabül etmektedir[6].
Yüz ölçümü 18.000 km²’dir. Bu
alanın %54’ü Ürdün’de, %30’u Suriye’de, %14’ü İsrail’de ve %2’si Lübnan’da
bulunmaktadır. Nehir sularınınsa %27’si Ürdün’den, %32’si İsrail’den, %31’i
Suriye’den ve %10’u Lübnan’dan kaynaklanmaktadır. İsrail, Ürdün, Filistin,
Suriye ve Lübnan arasında çatışmalara neden olan Ürdün Nehri, 1967 yılında 6
Gün Savaşları’na neden olmuştur[7].
Dünyanın en büyük dördüncü nehri olan Nil Nehri havzası
dokuz ülke arasında bölüşülmüştür. Bunlar; Burundi, Raunda, Tanzanya, Uganda,
Etiyopya, Kenya, Kuzey ve Güney sudan ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti’dir. Nil
Nehri’nin sularında hiçbir katkısı olmayan Mısır, yıllık ortalama su miktarı 84
milyar m³ olan Nil Nehri sularının %70’inin kendine ait olduğunu iddia
etmektedir.
Nehrin %80’ini kullanan Etiyopya ve Sudan ile sorun yaşayan Mısır,
Nil Nehri üzerinde ön kullanım hakkı[8]
olduğunu ileri sürerek kullandığı suyu paylaşmak istememektedir[9].
Mısır ile Sudan arasında Nil Nehri
ile ilgili yapılan ilk antlaşma 1929 yılında imzalanmıştır. Bu anlaşma ile
yılda 4 milyar m³ su Sudan’a bırakılırken, Mısır’a yıllık 48 milyar m³ su
tahsis edilmesine karar verilmiştir.1959 yılında yapılan ikinci anlaşmada
Etiyopya’nın bu nehir üzerinden su kullanımına büyük ölçüde kısıtlama
getirilmiştir[10].
Litani Nehri, Lübnan’ın Bekaa vilayeti sınırları içinde
doğmakta ve Bekaa Vadisi’ndeki tarım alanlarını sulamaktadır. Ortadoğu’nun
diğer su kaynaklarından farklı bir statüde olan Litani Nehri, doğduğu ülkenin
topraklarından çıkmadan Akdeniz’e dökülmektedir. Nehrin yılda taşıdığı su
toplamı 700 m³’tür. Bu su tutarı, İsrail gibi su sıkıntısı çeken ülkeler için
ilgisini bu bölgeye çekmektedir[11]
Uluslararası bir akarsu olmamasına rağmen İsrail bombardımanı ile bu Nehir üzerindeki
barajlar zarar görmüştür. İsrail’in, uluslararası bir akarsu haline getirmek
istediği Litani Nehri’ni Ürdün Nehri ile birleştirme amacı vardır.[12].
Yakın dönemde ve günümüzde petrol gibi enerji kaynakları
ekseninde çatışmaların yaşandığı Ortadoğu böyle giderse bir de su için
savaşacak. UNESCO'ya göre Ortadoğu'da su kaynakları için çıkabilecek olası
çatışmalar şöyle:
Fırat ve Dicle için Türkiye, Suriye ve Irak arasında çatışma
olasılığı görülüyor.
Şeria Nehri için ise Ürdün, İsrail, Lübnan ve Filistin
arasında anlaşmazlıklar var ve çatışma olasılığı bulunuyor. Afrika'da ise Nil
Nehri'nin Mısır, Etiyopya ve Sudan arasındaki bir su savaşına neden olması hiç
de uzak bir ihtimal değil.
Litani gibi Bekaa Vadisi’nden doğan Asi Nehri, Litani’den farklı
olarak Lübnan dışında Türkiye ve Suriye’yi de ilgilendirmektedir.
Toplam
uzunluğu 228 km olan Asi Nehri’nin 40 km’si Lübnan’da, 140 km’si Suriye’de, 88
km ise Türkiye’de bulunmaktadır. Su kaynağının %6’sı Lübnan, %92’si Suriye ve
%2’si Türkiye’deki sulardan oluşur. Su kaynağının %98’i Lübnan ve Suriye
tarafından, kalan %2’lik kısmıysa Türkiye tarafından kullanılmaktadır.
Orta Asya'da ise Aral gölü etrafında Kazakistan, Özbekistan,
Türkmenistan, Tacikistan ve Kırgızistan arasında bir hesaplaşma olasılığı var.
Güney Asya'da Wular Barajı ile ilgili Hindistan-Pakistan gerilimi var. Farraka
barajı için Hindistan ile Bangladeş geriliyor.
Mahakali Irmağı ise Nepal ile Hindistan'ın arasında el
bombası gibi duruyor. Güneydoğu Asya'da Mekong Irmağı'nı denetleyecek barajlar
yapmaya kalkışan Kamboçya, Çin, Laos, Myanmar, Tayland ve Vietnam'ın karşı
karşıya gelme olasılığı var.
Güney Afrika'da Bostwana ve Namibya birçok kez su için
çatışmanın eşiğine geldi.
Libya'nın tükettiği fosil sular ise Cezayir'i geriyor. ABD
ile Meksika arasındaki Kolorado Irmağı suyunun paylaşımı sorunu da bir dinamit
gibi ortada duruyor.
Uruguay, Arjantin, Brezilya ve Paraguay'ı kapsayan La Plata
da Güney Amerika'nın da çatışma olasılıkları içinde yer alabileceğini
gösteriyor. Tarih boyunca su ile ilgili sebeplerden yaşanmış kimi
anlaşmazlıklar, çatışmalar ve bölgesel ayaklanmalar da oldu.
1990 yılında Atatürk Barajı'nın yapımı için bir süre
Fırat'ın sularının akışı engellendi. Suriye ve Irak Türkiye'yi protesto etti ve
barajın Türkiye için bir savaş silahı olduğunu savundu.
Yine 1990'lı yıllarda Turgut Özal, PKK'ye destek verdiği
gerekçesiyle Suriye'yi uyardı ve suyu kısıtlamakla tehdit etti. Sadece 2014
yılı içinde olan olaylar bile endişe verici.
Yukarıda bahsi geçen konular, dünyada yaşanmış ve yaşanacak
olan savaş sebeplerinin yalnızca petrol ve yeraltı kaynakları için olmadığını,
gelecekte de olmayacağını göstermektedir. Ortadoğu, petrol ve diğer doğal
madenler açısından maddi olarak zengin bir bölge olmasının yanında, insanlık tarihinin
başladığı yer ve ilk medeniyetlere ev sahipliği yapmış olması bu bölgeye manevi
olarak da ayrı bir önem katmaktadır.
Tek tanrılı dinlerin kutsal mekanlarını
içinde barındıran Ortadoğu, tarihi boyunca hakimiyet savaşlarına sebep
olmuştur. Dünyanın en önemli su yollarının bu bölgede olduğunu da göz önünde
bulundurursak, hakimiyet savaşlarının şekil değişikliği ile devam ettiğini ve
edeceğini söyleyebiliriz.
Zamanın egemen güçleri, Lozan anlaşmasıyla birlikte Türkiye
sınırlarını belirlerken suyun öneminin yeterince fark edebilselerdi, petrol
rezervlerinde olduğu gibi su kaynaklarını da Türkiye sınırlarının dışarısında
bırakırlardı. Kısaca dünya su dağılımına bakarak Türkiye'nin bu konudaki
önemine, alınması gereken stratejik önlemlere acilen ihtiyaç duyulmaktadır.
KAYNAK
[1] Aydın USTA, Çıkarların Gölgesinde Haçlı Seferleri (Müslüman-Haçlı
Siyasî İttifakları)
[2] www.harpak.edu.tr/saren2/files/GSD/guv_str_sayi_3_haziran2006.pdf
[3] OKYAY, Cem; Türkiye ve Ortadoğu’da Güncel Gelişmeler
Işığında Su Sorunu, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gebze Yüksek
Teknoloji Enstitüsü, Gebze, 2012, s. 29.
[4] ILGAR, Rüştü, KHALEF,
Salem, “Türkiye’nin Sınır Aşan Akarsu Anlaşmalarına Coğrafi Açıdan Bir Bakış”, Marmara Coğrafya Dergisi, sayı 10, İstanbul 2004, s. 62.
[5] http:www.orsam.org.tr/tr/SuKaynaklari/MerakEdilenler.aspx?SoruID=6,
(27.10.2012).
[6] ACAR, Eray, “Avrupa
Birliği’nin GAP ve Su Sorununa Yaklaşımı Çerçevesinde Fırat ve Dicle
Nehirlerinin Yönetimi Üzerine Tartışmalar”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Sayı
4, 2006, s. 71.
[7] KARADAĞ, Aybike Ayfer,
UZUN, Osman, “Havza Yönetimi ve Türkiye’nin Sınır Aşan Su Politikalarına
Etkisi”, s. 10.
[8] OKYAY, age, s. 33.
[9] KESİK, Ünsal; Ortadoğu’da Su Sorunu ve Türkiye’nin Sınır Aşan
Suları, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bolu, 2009, s. 86.
[10] Ön kullanım üstünlüğü
doktrine göre; bir ülke kendi topraklarından geçen suyu, diğer kıyıdaş ülkeden
önce kullanmaya başlamışsa bu kullanıma devam ettiği sürece öncelikli olarak o
sudan kullanma hakkına sahiptir ve diğer kıyıdaş ülke bu hak durumunu
gözetmelidir.
[11] OKYAY; age, s. 33.
[12] KESİK, age, s. 83.
[13] ULUATAM, Özhan; Damlaya Damlaya Ortadoğu’nun Su Sorunu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1998, Ankara, s.
96.
[14]KESİK, age, s. 93.
[15] ULUATAM, age, s. 98.
[16] AKMANDOR, M. Neşet,
“Su Kaynaklarımız ve Sınır Aşan Akarsuların Yeri ve Önemi”,
http://www.parsmakina.com/makaleler.php?sayfa=56, (10.11.2012).