O halde aklıma gelen ilk soru İnsan nerede ?
Bu kargaşada insanın yeri neresi ?
İnsanı makinelerden ve hayvanlardan ayıran
üstün insani özellikler hani?
Yaşadığım yer olan Cizre'de, o günlerde
henüz psikolojik ve akli yapım kültür tortularının baskısından kurtulamamıştı.
Bu kültür tortuları başka kaynaklardan geliyordu. İslami duyarlılığa henüz
oldukça yabancıydım. Bir gün düzenin düzensizliği üzerine kafa yormaya
başlarken, yaşanan trajedik olayların köküne inmeye karar verdim.
Siyaset,Sosyoloji,Ekonomi,Tarih vs. derken, karşıma çıkan her türlü problemin
temelinde beşeri sistemlerin yanlış politikaları olduğunu fark ettim.
İnsanların bugün ruhi bunalımlar,sinirsel
hastalıklar,kişisel, ailevi ve sosyal kargaşalar içerisinde yaşam sürdüğü bir
toplum haline nasıl geldiğini ve bu sistemin kimlerden sorulduğunu anlamak ,
artık günümüz şartlarında pek zor olan bir şey değil. Bilgi kirliliği dışında..
Avrupa ve Amerika 16. yüzyıldan
başlayarak günümüze kadar, insanlığın binlerce seneden beri inanarak geldiği
manevi değerlerin tamamını kökünden imha etti ve her türlü ilahi değerleri
kökünden kazıdı.Bu değerlerin yerini ilmi tanrılaştırarak doğdu. İnsanlığa yeni
bir tanrı ve yeni bir ibadet sistemi gerekliydi. Böylece, Amerika insanlığın
şimdiye kadar tanımış olduğu bütün mukaddes değerleri red ederek yeni baştan
üçlü bir tanrılar sistemi kurdu:üretim,servet ve lezzet...
Diğer yandan Rusya'da Allah'ın
birliğini inkar ederek, maddenin,ekonominin ve Marks'ın tanrılığında karar kıldı.
Ve günümüz dünyası şuan da bu kapitalist sistemin ekseninde şekillenerek
bocalıyor.
Temiz bir akılla toplumu gözlemlersek;Bir
kısım insanların kanun koyduğu, tanrılaştırıldıkları, bir kısım insanların da
bu kanunlara uyduğu, bu tanrılara itaat ettiği, kul ve köle olduğu bir toplum
haline getirildiğimizi daha yakından görebileceklerdir.
Ve herkeste kendince doğru bir yolda
olduğuna kanaat getirerek, insan hürriyeti ve onurunun varlığından nasıl
uzaklaştırıldığını anlamaya başlayacaktır.
Eğer bir toplum da en yüce hakimiyet, sadece
Allah'a ait olursa ve bu hakimiyet ilahi sistemin üstünlüğü esasına dayanarak
kurulup gelişirse, bu toplum o zaman düzgün bir toplum olur ve gerçek anlamda
hak, adalet, özgürlük, güven, huzur, refah ve kalıcı bir ilahi sistemle dünya
düzeni ve istikrarı sağlanmış olur.
Yok eğer ki toplum, bir takım insanların
tanrılaştırıldığı, bir kısmının da köleleştirildiği, adaletin, huzurun,
güvenin, sadece beşeri sistemler ve madde üzerine endekslenerek gelişmesi,
nesilden nesile doğrulukmuş gibi aktarılması, insanlar için felaketin çok yakın
olduğunu gözler önüne daha net serecektir.
İlahi sistem maddi üretim için bireylerin
özgürlük ve şerefini, aile ve toplumun temel direkleri ile onun dayanaklarını
ve toplumun ahlak ve kanunlarını asla heder etmez. Tam tersi bunları ahlak ve
değer hükümleri çerçevesinde ele alarak, insanın özelliklerini
geliştirerek,insanı hayvandan ayıran yüce değerlere ulaştırmayı ve her iki
cihanda mutlu kılmayı hedeflemektedir.
Yaşanılan toplumun niteliği ne olursa
olsun,İslam bu alanda insanca özelliklere dayanan bir gelişme çizgisi sağlar.
Bu yaşamsal çizgiyi koruyarak hayvanlığa doğru bir düşüşün meydana gelmemesi,
nitelikli toplumların oluşmasını kaçınılmaz kılacaktır.
Maalesef günümüz tüketim toplumunda bu
grafik ve bu insani çizgi madde medeniyeti ile aşağı doğru inince ve kuşaklar
zevk ve sefaya dalınca bu sistem medeniyet olmaktan çıkıyor ve
ayrışmalar,kopmalar,acılar ve yok oluşlar başlıyor..
Toplumda birliğin temel taşını İnsanlık
yerine; milliyet,renk,ırk,toprak,ulus,kabile ve bunlara benzer bağlardan birisi
toplumu birleştiren temel bağ olmaya başlıyor ve o zaman açıkça görülür
ki ne milliyet,ne renk, ne ırk, ne toprak ve ne ulus, ne de kabile birliği
insanın yüce özelliklerini temsil edemiyor. Çünkü: milliyet,ırk ve toprak
birliğinin ötesinde ve üstünde yine en önemli varlık İnsandır. Bu şerefi ona
Yüce yaratıcısı Allah vermiştir.
İnsan, sırf kendi hür iradesi ile ancak
inancını,düşüncesini değiştirebilir ve yaşadığı toplumu ilerleterek,refah
seviyesini belirleyebilir. Fakat kendi isteği ile milliyetini ve rengini
değiştiremez. Tıpkı anne ve babasını seçme ve değiştirme hakkına sahip olmadığı
gibi..
Hangi ırkın çocuğu olarak ve hangi toprak parçası üzerinde doğacağını
bile bilemez ve tayin edemez. Çünkü: İnsanlar kulların hükmüne değil, Allah'ın
hükmüne bağlıdır ve buna bağlı olarak yaşamalıdır.
İnsanlık bugün gerçek ve katıksız İslam'ın
çağrısına her zaman kinden daha fazla muhtaçtır. Özellikle de İslam alemi bu
çağrıya daha fazla muhtaçtır. Çünkü; Ortadoğu'da ve İslam'ın temellendiği bu
topraklarda sahnelenen kirli oyunlar maalesef ki insanlara İslam'ın gerçek yüzü
olarak yansıtılıyor..
Yine insanlığın bugünkü haline bir göz
attığımızda, sebepler ve şartlar değişmiş ama şaşkınlık, ızdırap, kötülük ve
anarşi değişmemiştir. Bu sadece İslam toplumları için değil, diğer semavi
dinlerin hakim olduğu, hem de putperestlik esaslarının yürürlükte olduğu her
yerde yaşayan insanların hayatını istila etmeye devam etmektedir. İnsanlık
uyanmadıkça ve gerçek ilahı olan Allah'ın emir ve yasaklarına uymadıkça, diğer
inandıkları tanrıların insanlığı yok edici savaşların ve sömürücü emperyalizmin
kucağından kurtulamazlar.
Çünkü: hiç bir ülkede düzen kalmamış, hiçbir
insanda huzur ve yaşama sevincinin zerresi bırakılmamış. Vicdanlar bunalımda.
Mevcut inanç ve sistemlere olan güven azalarak yok edilmiş ve herkes bu sağır
ve dilsizliğe alıştırılmış..
Mevcut sistemler sorgulandığında prensip ve
kurumların hiç birisi insanı yeterince tatmin etmeye kafi değil.Bu sistemde
çalışan ve üreten herkes, baş döndürücü bir boyutla bu üretim imkanları ve elde
ettikleri kazançları yine basit lezzetlere ermek için harcıyorlar..
Maalesef İnsanlar,eşya,zaman,mekan ve her şey
bu değirmende ömrünü tüketiyor. Bütün bunlar insan unsurunun taşıdığı kuvvet ve
enerjinin iflas ettiğini gösteriyor. Hayat gün gittikçe daha fazla gürültülü
bir hale geliyor..İşte bu karmaşıklık arasında insan kendine soruyor İnsan
nerede?