islam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
islam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Haziran 2021 Perşembe

TERCİH SİZİN

Yaşanan bu son olaylar bir kez daha gösteriyor ki, dünya hızla kıyamet savaşına ve son dünya savaşına doğru gitmektedir.

Planlarımızı, hazırlıklarımızı böyle bir sürece göre yapmak ve yaşantımızı buna göre gözden geçirmek zorundayız!

Neleri hedefliyoruz?

Neleri hazırlıyoruz?

İmkanlarımızı ve vaktimizi nereye kullanıyoruz?

Planlarımızı, hazırlıklarımızı bu sürece göre yapmak, yaşantımızı gözden geçirmek mecburiyetindeyiz!

Yeryüzü firavunlarının cephesi, her çeşidi ile soğuk savaşı, tüm şuurlu ve bilinçli insanlara karşı uyguluyor!

Bu coğrafyaya da baktığımızda ateş gibi sıcak savaş yaşanıyor. Buna sadece seyirci kalıyoruz!

Gündelik basit işlerle, korkularla, dertlerle ve sosyal medyadaki safsata videolarla, televizyon programları ile bizleri ve en önemlisi beyinlerimizi, kalbimizi oyaladıklarını anlamalıyız..!

Bununla beraber bugün gelinen yol ayrımını da fark etmeliyiz!

Çoğunluğun ardından gittiği maddiyat ve çıkar İlişkileri sebebiyle kimse dünyada huzurlu ve mutlu değil!
Ya cenneti ya da cehennemi,

Ya Allah’ı ya da rezilleşen dünya hayatını tercih edeceğiz..!

Anlayana!


ŞEREFLİ OLUN!

Bu dünya hayatı insanlar için hakikat savaşını vermekten ibarettir!

Bu olgunluğa erişmek zaman alsa da, hakikatleri önünüze koyarak gerçekçi yaşayın.

Büyüklüğünüz, vadeniz doluncaya kadar erdemlice duruşunuza ve tavrınıza bağlıdır.!

Yüreği, beyni büyük insanlar; maddiyatı, makamı, korkuyu ve en önemlisi kula kulluğu aşmayı başarıp, Allah’ı buldukları için hiçbir zaman düşmezler…!

Bu vesile ile unutmayın!

Haksızlıklara sessiz kalmak bir kişilik sorunudur.

Haksızlık yapana sessiz kalmak vebal altına girmektir.

Haksızlık yapan kişilerin peşinden gitmek ise şeref sorunudur!

Şerefli olun!

Bu şerefi size veren Yüce Allah’tır. Şerefi Allah’ın yanında arayın.. Kulların değil!

Sorgulayın!

Soluduğumuz havayı biz mi yarattık?

Bizi ısıtan ve aydınlatan güneşi de..!

El ve beyin kaslarımızı çalışacak ve kazanacak güçle biz mi donattık?

İnsan olarak kendi kendimizi biz mi yarattık?

Dünyada insanların eliyle yaratılmış acıların büyük bir kısmı gücün; cahil, bozuk karakterli, erdem yoksunu, menfaatçi, yetersiz, ikiyüzlü ve korkak insanların eline geçmesinden doğmuştur.

Kendi hayatınız başta olmak üzere, gerek toplum hayatında kime güç ve yetki vereceğinizi düşünürken; beyin, karakter, şahsiyet, dürüstlük ve merhamet en önemli belirleyici etken olsun!

Kendileri erdemli ve doğru dürüst olamayan toplumlar, mükemmel yönetilmeyi de yöneticiyi de beklemesinler…


Erdemli olun!

Ruhlara hitap edin! Bunu başaramazsanız mutsuz robotlar olmaya ve yalnızlaşmaya hazır olun!

Gönül ve yüz yüze sohbetlerinizi artırın, faydalı işlerinizi, iyiliklerinizi çoğaltın ve ahiret gerçeğini merkezinize koyun.

Anlayın ve Anlatın!

Sistem mutlu olup olmadığınızla ilgilenmiyor!

Onların ilgilendikleri tek şey, bizleri sömürerek borçlandırmak ve reklamlarla daha fazla tüketime yöneltmek!
Sonuç: Geleceğimizi ipotek altına alarak bizleri köleleştirmek..!

Bu günümüz eğlenceli teknolojik oyuncaklarıyla, sahte gelecek kaygısı ve özgürlük yanılgısı yaratmaları, gerçekte bir köle olmaya başladığımızı anlamama/mız içindir…

İnsan kalitesi giyim kuşamla, makam ve mevkiye önem veren insanların çokluğu ile değil; beyinle, şahsiyetle, adil, vefalı, cefakar insanların çoğalmasıyla ortaya çıkar…

22 Kasım 2020 Pazar

AİLE YÖNETİMİ


Bu yazımı, son dönemlerde çözülme noktasına gelmiş ve herkesin huzursuz ve şikayetçi olduğu aile kurumunun nereye gittiğini ve aile içi ilişkilerde meydana gelen yozlaşmaların sebeblerine değinme gereği duydum. Bugün yeterince anlaşılamasak ta gelecek kuşaklara ithafen kaleme alma gereği duydum. 


Umarım ki faydalı olur.


Günümüz dünyasında firavunların hakim olduğu bir düzende yaşıyoruz. Bu düzenin yarattığı düzensizlik ve kaos ortamında kimsenin kendisi olmasına ve dilediği gibi yaşamasına imkan verilmiyor.

Bu çağ kimsenin kimseye güvenemeyeceği, bireyselciliğin öne çıkarıldığı bir kirli dönem haline gelmeye başladı. Bunun en büyük amacı aile yapısını yozlaştırmak ve çökertmek.


Evlerimiz ve aile yapımız beyinlerimizle birlikte ciddi bir işgal altındadır.


Evlerimiz, birer kitle imha silahına dönüşmüş kitle iletişim araçları ile sürekli bir bombamdırman altında işgal ediliyor.


Bu durum evlerimize sahip çıkmamızın büyük önem arz ettiğinin işaretidir aslında.


 Ama maalesef ki çoğu insan bunu yeterince farkında değil.


Evlerimizi bu savunmasız düzende birer sığınak veya kale edinerek, tüm fonksiyonları ile kurumsallaştırmamız gerekiyor.


Evlerimizin kıblesini, gündemini, huzurunu ve ruh halini televizyon kanalları, internet ve cep telefonları belirlemektedir.


Çoğu evler eğitim yuvasına benzemiyor. Çağdaş olarak nitelendirebileceğimiz evler daha çok sinemaya, gazinoya, stadyuma, otele ve restoranlara dönüşmüş durumda.


Bu kadar işgal altında olduğunu farkında olamayan aile bireyleri; Bilgisayarda binlerce mil ötedeki insanlarla iletişim kurmasına rağmen, yanı başındakilerle sağlıklı iletişim kuramıyor.


Bununla birlikte anne ve babalar kendilerini ve çocuklarını korumaları ve yetiştirmeleri gerekirken, çocuklarını başkalarına havale ediyor ve böylece ailenin kurumsal yapısı çökmeye başlıyor.

Kurtlara teslim edilen kuzular gibi çocuğunu kimlere teslim ettiğini düşünmüyor kimse!


Çocukları cep telefonu ve oyunlar yönetiyor ve yönlendiriyor. Bunun faturasını ileriki yıllarda kendisi ile beraber toplumda yaşanılması kaçınılmaz olan travmatik ve psikolojik vakaların artışı ile daha net görmeye başlayacağız.


Evlerimizi ve o evlerde yaşayan kadın ve çocuklarımızın manevi değerlerini ihmal etmenin cezasını çekiyoruz.


Toplumun düzelmesi için işe evlerden başlamamız gerekiyor.

Toplumumuzdaki yozlaşma evlerde kendini daha iyi gösteriyor.


Öncelik olarak evleri birer otel ve lokanta halinden çıkarıp, ruhların huzurlu olabilmesi için birer eğitim ve öğretim yeri haline yeniden getirmemiz gerekiyor.

Evlerimiz ölmedenki mezarlarımız haline geldi. 


Evlerde hayat bulmamız ve kendimizi yetiştirmemiz  gerekirken, oralarda yatıyor ve boşa ömür tüketiyoruz.


Çocukların evde ve toplumda manevi yönde örnek alabileceği şahsiyetlere dönüşemiyoruz.

Bir çoğumuz evde başka, dışarda ve işte başka kimliklere ve şahsiyetlere bürünüyoruz.


Sistemin ve hatta cahil toplumun genel geçer kabul ederek yetiştirdiği bukalemun taklitçiliği ile renkten renge girmeyi kabul ediyoruz.


Her ortama ve kişiye başka maskeler taşıyor, insana ve şartlara hangisi uygunsa onu yüzümüze geçiriyoruz. İki yüzlü olmak yetmiyor İkiyüz yüzlü olmanın yollarını arıyoruz.


Mevki, makam, para ve dava sahibi diye geçinen kimselerin evlerinde, insanlık adına birşey yapamadığını görüyoruz.


Bu durum hangimiz için geçerli değil ki! Kendimizi ve evimizi sorgulamamız gerekiyor.


Ailede kadın ve erkek arasındaki kültürel ve manevi uçurumlar her geçen gün daha da artıyor. 


Aile saadeti ve huzuru nostaljik bir ifadeye dönüşüyor ve yeni kuşaklar bu örneği büründükleri dizilerde aramaya başlıyor.


Çocuklar sanki bizim çocuklarımız değilmiş gibi yetişiyor.


Aynı evde aile olmanın önemini, babalık ve kocalık, annelik ve kadınlık rollerinin sorumluluklarını yeterince yerine getiremediğimiz için herkes bireysel takılıyor, herkes özgürce kendi heves ve hislerinin istikametinde hayatını yaşıyor. 


Böylece kendisi ayrı, çocuklar farklı dünyanın insanları olmaya başlıyor. Aile bireyleri sokaktaki insanlar gibi birbirine yabancı, acılarına duyarsız ve ilgisiz hale geliyor.


Evlerimiz birer okul olduğu gibi, aynı şekilde birer huzurevi ve çocuk yuvasına da dönüşebilmelidir. 


Hammadde halinde işlenmeyi bekleyen küçük çocukların, her yönden büyümesini ve gelişmesini sağlayan, onların şahsiyet sahibi birer insan olmasını ve Allah’a kulluk bilinci ile yaşadığı toplumun sağlıklı, üretken ve faydalı bir üyesi haline gelebilmesi için evlerimiz birer fabrika gibi olmalıdır.

Bir çok anne ve baba, çocuklarının bezleri, yeme içemeleri, giyim ve oyuncakları ve hatta mal biriktirerek gelecek için yaptıkları masraflar kadarını, bir o kadarınıda Allah’la olan irtibatlarına, maneviyatlarına, kalplerine ve ruhlarına önem verip harcayamadıklarından evlatları ile olan sınavlarını kaybediyorlar.

Kafa ve gönülleri aç bırakan, hastalıklı düşünce ve inançlarla doldurulmasına sebep olan ve buna izin veren aileler, toplumun bugün geldiği trajedik noktaya en büyük katkıyı sağlamaktadırlar.


Evlerde, eğitim ve öğretim ortamıyla yaşatılamayan ve canlı olarak örneklenemeyen manevi değerleri hakim kılmazsak, sokakları, işyerlerini ve toplumun düzelmesini ve değişmesini bekleyemeyiz.


Toplumu iyileştirmenin en büyük modeli ailedir. 


Ailevi değerlere önem verip ayakta tutamayan kişiler, toplumunda gelişmesine ve ilerlemesine engel olmaktadırlar.Bırakın ellerinizden telefonları, zihninizi işgal eden televizyonların karşısından çekilin ve terkedin anlamsız kişisel olay ve gündemleri.


İlimle meşgul olun. Sizin ve çocuklarınızın dünyası ve ahiret kurtuluşu için Allah'tan duanızın kabul olması için şartlar yaratın.

Gerçeklerle meşgul olun. Batıl ve müşrik inanç sisteminin argümanlarına ne kendinizi, ne ailenizi ve nede inancınızı teslim etmeyin!


Bugünden itibaren bu konuya kendimizden ve ailemizden başlayarak daha fazla önem vermemiz, geç kalmışlığın önüne geçmek için bir adım olabilir.

Saygılarımla 


Servet Ünal 



22 Mart 2020 Pazar

BU GİDİŞ NEREYE ?

Bu Gidiş Nereye ? Servet Ünal - 4 Haziran 2017

2000 yılı sonrası internetin yaygınlaşması ve teknolojinin gelişmesiyle beraber, bireyler başta olmak üzere, dünya siyasetinde ve toplumsal değerlerde olağanüstü bir durum baş göstermeye başladı.Hep yeni krizler üreterek yola devam eden bu sistem, maalesef ki yeni krizler üreterek yol almaya devam ediyor ve buna da kimse engel olamıyor..

Son 25 yıllık süreçleri iyi sorgularsak, cereyan eden büyük olayların 9-10 yıl aralarla ortaya çıktığı ve yaklaşık 20-25 yıl süren genişleme dönemi ile bu süreçlerin devam ettiği görülecektir. Taa ki yeni bir “yapısal krize” kadar devam eden bu olaylar zinciri, sistemin yaklaşık 50 yıllık ömrünü uzatarak uzun bir yol almaya devam edecektir..

Günümüz dünyasının, maddi düzeni ağır basan bir sistemde, toplumların kaderi kendi istekleri dışında tayin edilmeye mahkum edilmiştir.

Kurulan sistemde faiz ödemeyen yada borçlu olmayan çok az insan vardır. Ve herkes kurulan sistemin hizmetindedir.

Bireyin bu istek dışı gidişe direnmeden teslim olması, gelişen dünyada geri dönüşü olmayan tahribatların yanı sıra, değerlerin de yok olmasına ve çürümesine hız katmıştır.
Hep yeni krizler, sorunlar ve olaylar bütününde ömür tüketerek köreliyoruz, bunu farkında olmadan bile..

Elimizdeki küçük telefonlara sığdırdıkları koskoca dünyayı, neden saniye saniye takip etmemiz gerektiğini bile yeterince anlamış değiliz.

Peki dünyanın öbür ucunda yaşanan bir olayı, müdahale etme şansımızın bulunmadığı bu an ve durumla ne alakası var ki, bizi bunu bilmeye yada takip etmeye zorluyorlar?

Bunun ötesinde boş ve anlamsız meşguliyetlerle algımızı yönetiyor, düşünemez ve sorgulayamaz bireylere dönüştürüyorlar bizi...

Tatmin olmayan ve daha fazla tüketime yönlendirilerek, kazanmasak ta sadece tüketelim anlayışı ile bizi kullanıyorlar.

Böylelikle çevremizde olan bitene biraz daha duyarsız kalarak, sorunlara kulak tıkıyor, yabancılaşıyor ve uzaklaşıyoruz gerçek dünyadan...

Yaşadığımız Ortadoğu coğrafyasında yaşam tam bir patinaj hali söz konusuyken,
Milyonlarca insan kurtarılmayı beklerken,

Çamura saplanmış bir aracı kurtarmaya çalışır gibi daha da batan bir hal aldığımızı görmüyor muyuz?

Savaşlar, ölümler, göçler artarken ve insanlığın bu durum karşısında sessiz ve tepkisiz kalıp izlemesi, trajedinin de diğer bir boyutudur aslında.

Peki neden üretmiyoruz! Yada neden üretemiyoruz? 
Yönetemiyoruz kendimizi!
Artan bunca bilgi ve imkan ışığında!
Neden yeni fikirler edinerek, geliştirmiyor ve patentler almıyoruz!

Dolayısıyla insanlık ve uygarlık artık kritik eşiğe gelip dayanmış bulunuyor.
Artık sadece üniversite okumak ve kitaplarla meşgul olmak yetmiyor.
Elde edilen geçmiş birikimlerin ışığında, içine inancıda katarak pratiğe dönüştürmemiz ve harekete geçmemiz gerekiyor.

Artık doğa ve diğer canlılar da bizim gibi tükeniyor. Kısacası biz onları bilinçsizce tüketiyoruz.

Hiç bir şey de geriye gitmiyor.

Öyle yada böyle bu dünya da ilerlemeye ve yol almaya mahkumuz hepimiz!
Ya hepimiz düzeleceğiz ve kendimizle beraber dünyamızı düzelteceğiz,
Ya da bu gidiş hayra alamet değil,

Kendi dünyamızda yavaş yavaş, yada topyekun öleceğiz...

ŞAHSİYET İNŞAASI

Şahsiyet İnşaası - Servet Ünal - 8 Nisan 2019

Toplumun her bireyi kendi şahsiyetini yeniden inşaa etmelidir/edebilmelidir. Yoksa toplumsal çöküşteki hız kaçınılmaz olacaktır. Kendi iç dünyasını besleyerek, cephanesini ve enerjisini oluşturmayan birey/toplumlar hayattaki zorluklarla nasıl mücadele edecek!

Birey yada toplumdan kaynaklı içsel bir çok sorunlarımız var. Bu sorunlar bir kaçışı tetiklerken, diğer yandan bireyi arayışlara itiyor. Bununla beraber toplumsal düşünce ve hafıza kaybı yaşamaya başlıyoruz.

Yıllarca değiştirmediğimiz yerleşik zaaflar da var. Bunun en önemlisi düşünsel zaafların yaşanması. Buda aslında içsel zaafların bir tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. İşte bu zaaflar bizleri içten içe tüketiyor. 

Aslında inançlı insanlarda yerleşik bir zaafın kalıcı olmaması gerekiyor. Ama bizde ki alıştırılmış ve kabul edilmiş bir sendroma hatta hastalığa dönüşmüş bir durumdadır.
Herkes işlemediği hatalarının kahramanlığını kendi dış dünyasında yaşıyor. Bu sebeple kendini temize çıkarıyor.

Oysa elbise ve cesedimize bulaşan bir pislikle uğraştığımız kadar, kalbimize ve beynimize bulaşan pisliklere kayıtsız kalabiliyoruz.

Kaygılarımızın nasıl değiştiğini unutmaya başlıyoruz. Ve sonrası kendi isteğimizle arayışını sürdürdüğümüz benliğimizle sapıyoruz.

Aslında kimse durduk yere sapmaz. Allah’ta kimseyi saptırmaz. Tam tersi Allah insana yol açar, hangi yolda yürümek istiyorsa...

Peki bu arayışımızla, kusurlarımızı anlayabilecek durumda mıyız? Yada kusurlarımızı bize anlatacak samimi dostlarımız var mı yanımızda?

İnsan temizlenmek için nasihat ve tavsiyelere ihtiyaç duyar. Birbirini temizlemek zorunda olduğunu anlamasa bile!İçsel sorunlar çözülmedikçe, dışsal sorunlarda da yeteri kadar inisiyatif alınamayacağı da bilinmelidir.

Kaygılarımızın değiştiğini fark etmedikçe, ne kendimizi, nede yeni neslin şahsiyet inşasını da gerçekleştiremiyoruz.

Ahlaki zaaflarla yüzleşmedikçe, en temel yaşama ve bütünlük unsuru olan vicdanımızı da yitirmeye başladığımızı unutuyoruz.

Seküler algının sistemde bencil, tek tip, kopya bireyleri çoğaltarak hayatı vurdum duymaz hale getirdiğini, gerçek İslam’la (Müslümanlıkla değil) tanışabilmiş kişilerin şahsiyet, insanlık ve doğruluk ürettiğini fark edemiyoruz.

Bununla beraber şahsiyet inşaası kolektif bir organizasyona dönüşmediği müddetçe, toplumsal değişimin ve dönüşümün yaşanamayacağı da ortadadır.Bozuk bir sisteme karşı münferit olarak ayakta kalmakta mümkün değildir. Sistem yapboz tahtasına dönüştüğünden yeni nesilleri yetiştirmek bile zorlaşmıştır. Bu yetişme okullarda, camilerde olacak şey de değildir.

Bu coğrafyada güven ortamı da tesis edilememiştir. Kurumsal bir güven ortamı oluşturulamadığından, ne din, ne eğitim, ne sosyal hayata katılımda tam anlamıyla söz konusu değildir.Dürüst, yalan söylemeyen, haksızlık yapmayan, üzerine aldığı sorumluluğu yerine getiren, güven veren, emin olan ve Allah’tan korkan insan sayısında bile azalış olmuş, maalesef artış yaşanmamıştır.

İslam’ı da duygusal olarak kabullenmiş bir durum söz konusu. Geçmişten gelen adetlerin din olarak yaşanması ve içselleştirilmesi, kişilik inşasındaki en büyük engellerden biri. Çünkü: din yaşama biçimidir buna bile doğru ve anlaşılır bir şekilde geçilememiştir.

Bu sebeple insanların razı etme mercileri ve ibadet ettikleri ilahları bile değişiklik göstermiş durumda. Herkes artık Allah’ı razı etmek ve tapınmak yerine parti ve parti liderini, zengin ve otorite sahiplerini, başkanını yada menfaati olanları razı eder, över ve tapınır oldu.

Şahsiyetler bu sebeple yara alıyor ve tedavi edilmesi gerekiyor. İnsanın kendi iç dünyasında bir ilkesi olmayınca, toplumsal çıkarlar belirleyici ve yönlendirici olmaya başlıyor.

Dünya kaygıları, uhrevi kaygıların önüne geçiyor ve gerçeği açığa çıkaramaz bir hal alarak yaşıyoruz.

Allah’ın baktığı yerden bakılmadığı için aslı göremiyor toplum. Mevcut beşeri, siyasi ve sosyal sistem neyi işaret ediyorsa onu görüyor ve yönelmeye başlıyor.
Kimi hain, kimi kahraman ilan edeceğini de o sistem belirliyor ve algıların değişmesini kafaların karışmasını sağlıyor.

Bu arayış gibi hakikati aramaya ve bulmaya devam ediyoruz. Kimimiz bulunduğu çember içerisinde dönüp dolaşıp aynı yere gelirken. Kimiside bu çemberi aşarak hakikati bulma özgürlüğüne erişiyor.

Kişilik inşaasını tamamlayamayan bireylerin ve kitlelerin mahkumiyetide, modern kölelikle nesilden nesile devam edecektir.

17 Eylül 2015 Perşembe

ORTADOĞU'DA PARÇALANMALARA DOĞRU

Ülkenin ve bölgenin her yanı yine yangın yerine döndü. Seçim sonrası oluşan ekonomik ve siyasi istikrarsızlık, içinden çıkılmaz bir duruma dönüşmeye devam ediyor. Bu meseleye siyasilerden çok artık halkın bilinçli olarak müdahale etmesi gerekiyor. Aksi halde bu sürecin dejenere olma riski çok yüksek.
Her gün yaşanan trajedik olayların haber olarak sunulması, yazar ve yorumcuların ülke meseleleri üzerinde kafa karıştırıcı fetvalar vermesi, ülkede başlayan yıkımı hızlandırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Ortadoğu’ya yön verme hayalleri ile günden güne gençlerimiz ölüyor ve değerlerimiz yok ediliyor.
İnsanın canı bu ülkede ve bölgede hiçe sayılıyor!
İnsanlar neden ve niçin öldüğünü bile bilmiyor!
Mesele tam anlamıyla İslam’da değil!
Ortadoğu’da, Politik İslam ta baştan itibaren bu bölgede kolonyalist / emperyalist odaklar tarafından araçlaştırıldı, manipüle edildi. Bugün ülkede kendisine Müslümanım diyen bazı kesimler bile, bölgede yaşanan gerçekleri siyaset penceresinden yorumlayarak objektif bir bakış açısından uzaklaşıp, zulme ve şiddete sessiz kaldı. Hatta bu yıkıma destek vermek için başa gelen partilere oy verdi. Dolayısıyla sorunun bu veçhesini hiç bir zaman akıldan çıkarmamak gerekir.
İkinci Emperyalistler arası savaş sonrasında, özellikle de 'soğuk savaş' döneminde din (İslam)ulusal/ilerici/demokratik/ sosyalist hareketleri etkisizleştirmenin, Sovyet sistemini çökertmenin bir aracı olarak kullanıldı. Birçok siyasi aktör bu süreçten sonra sahneye alındı.
George Friedman“Gelecek 100 yıl” adlı kitabında, ABD’nin sorunlu bölgeleri ele geçirmekten çok burada kaosun daha da artmasını sağlamaya çalıştığını ve bunun ABD için daha avantajlı bir durum olduğunu söylüyor.
ABD’nin bölgede çıkardığı bu kaos ortamı açık ve net olarak bu kitapta geçen gerçekleri daha iyi gözler önüne seriyor. aldatılmaya hazır bir sistemde yaşayan insanlarımız çok kolay kandırılabiliyorlar.
Bölgede yaşayan halkların kendi ayakları üzerinde durmaları engelleniyor ve yeni kaos stratejileri devreye sokularak, bölgeyi din, mezhep, etnik, aşiret vs. düşmanlık temelinde sürekli çatışma ortamına dönüştürüyorlar.
Bölgede parçalanmalar hızlanırken, huzursuzluklar ve ölümler artarken, büyük boyutta İsrail'in güvenliği de Ortadoğu’da sağlanmış oluyor.
Bu sebeple radikalleşmeyi dinde değil, onu yorumlayanlarda aramak gerekir. Her gün televizyon programlarında boy gösterenler, Allah’a ve İslam dinine değil, sadece şeytani siyasete alet olarak halkı kandırmak ve iktidara yaranmak adına bu görevi yapıyorlar.
Benzer fanatizmler ve radikalleşmeler pek âlâ başka dinlerde de ortaya çıkabiliyor... Elbette belirli bir tarihten sonra İslam Dini kendini yenileme yeteneğini kaybetti, Şuanda gerçek İslam yaşanmıyor, sadece yaşandığı zannediliyor. Çünkü: Allah’ın emir ve yasaklarıyla yönetilen herhangi bir ülke yok. 
Sadece adı Müslüman olan devletler var. Bu sebeple Ortadoğu ülkeleri hep acı içerisinde kıvranıyor. İslam toplumları kapitalist modernitenin meydan okumasına cevap vermekte yetersiz kaldı; ama nihai analizde Ortadoğu toplumlarının içine sürüklendiği çıkmazı, sadece dinle açıklamak asla uygun değildir. 
Bölgenin durumunu, hakim ekonomilerle, Batı emperyalizmiyle bağımlılık, hakimiyet, sömürü ve şartlandırma ilişkilerini göz ardı ederek anlamak mümkün değildir.

3 Mayıs 2015 Pazar

ÇIĞRINDAN ÇIKAN BİR DÜNYA


"...Zulmetmekte olanlar nasıl bir inkılapla devrileceklerini pek yakında bileceklerdir." Bu Allah'ın bir vaadidir. Allah'tan başka vaadine daha sadık kim olabilir...Bu ilahi bir yasadır...

Zalimlerin yıkılması Yüce Allah'ın vaadidir:

Kim yeryüzünde bozgunculuk çıkarırsa,
Kim halkını sömüren,ezen bir idarecilik yaparsa,
Kim halkın dertlerini,değerlerini hiçe sayarsa,yok sayarsa,
Kim Allah'ın dinini düşmanlarını dost edinirse,
Kim tek adam anlayışıyla yeryüzü nimetlerini tekelde toplamaya,mal yığmaya kalkışırsa,
Kim indirilen hakikatleri inkar ederse,
Ve kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse,
İşte onlar yıkılmaya mahkumdurlar...

Bir sistem düşünün ki,onun savunucuları, din,dil,ırk vs. fark etmeksizin herkese aynı mesafedeyiz diyerek, Allah'ın dinine, peygamberlerin tebliğ esasına ters bir yol haritası çizerek insanları kendi dinine(ideoloji,parti vs.) yönlendiriyor.

Müslüman bir toplum sisteminde olmaması lazımken; genelev,kumarhane,meyhane işletiyor,izin veriyor ve  vergisini alıyor! 

Halkını sömürerek, Allah'ın yarattığı canı kanun nezdinde öldürtüyor ve  yine kendilerine Müslüman'ım diye biliyor..

"Allah katında, en değerli olan kimsenin, Allah'ın emir ve yasaklarına en çok bağlı olanlar"(49 Hucurat-13) olduğu ifade edilirken, asıl dikkatinizi buraya çekmek isterim.Yüce yaratıcının açık ve net bir ifade ile belirttiği bu cümleye kaçımız riayet ediyoruz?

Bizi yönetenlerin kaçı Allah'ı yada ölümden sonrasını düşünüyor?
Gerçekten bunları dikkate alan birileri olsaydı, siyaset yapabilir miydi? 
Yada Kul hakkına girebilir miydi...?
İşte en basit şekliyle bu tür soru ve cevaplarla, toplumun içinde yaşadığı çelişkileri kolayca fark edebiliriz..
Sistemin çarpıklığını göremeyen yada görüpte anlamak istemeyenlerinde, susmayı tercih etmesi, açık veya gizli olarak ardından gittiği bir partiye mensup olması (bu parti a-b partisi hiç fark etmez...) kendisini yeterli görmesini sağlıyor...

Üstelik ibadet etmekle itaat etmeyi hiç ayırt etmeden ,inandık demekle kendini yeterli buluyor ve kurtulacağına inanıyor...

Evet tabiki de ibadet ettiğimiz doğru!Peki emir ve yasaklara ne kadar itaat ediyoruz? Asıl mesele bu! Devlet ve Millet ideolojisine bağlı olduğumuz kadar, Yüce Allah'ın emir ve yasaklarını gözetebiliyor muyuz ? 

Ülkemizin, doğusundan batısına yaşanan politik olaylar yumağından; İnsanlığın ve maneviyatın aldığı yaraları hak ve adalet çerçevesinde değerlendirebiliyor muyuz? Bu doğru veya yanlış diye biliyor muyuz?

Yakınımızdakilere kim olursa olsun yardım edebiliyor muyuz ?  
Veya uzağımızdakilere...başka ülkede ölenlere, öldürülenlere, aç kalanlara dua edebiliyor muyuz politik bakışlarımızdan arınaraktan samimice !

Bu nedenle adına ister demokrasi deyin,ister laiklik deyin,ister parti deyin, ister bir başka şey deyin, insan aklının ürünü olan ve rehberi Kur'an olmayan her sistem ve rejim tağuti bir sistem ve tağuti bir düzendir. 

Maalesef ki, çığrından çıkan bu dünyanın hızla nereye gittiğini anlamak ve fark etmek zor.Bu düzensizliği anlayamayanlar da sistemin birer çarkı olmayı en başta kabul etmişler bile, ömür tükettikleri televizyon karşında...!

Günümüzün çok tanrılı sistemin de herkes yerini almış bile... Açılıp bakılmayan Kur'an'ın ve İslam tarihinde ki cahiliye adetlerinin her çeşit vehim ve hurafelerinin kalp ve kafalara nasıl modernleştirilerek iyice yerleştirildiğini ve bizlerinde bunu nasıl direnmeden kabul ettiğimizi fark etmeden bile...!

Ben bu ülkenin sahibiyim,ülkenin tüm sakinleri benim kulumdur.Benim merkezi otoritem onların toplum düzeninin temelini oluşturmaktadır.Benim buyruklarım vatandaşlarım için kanundur...diyen liderler ilahlıklarını ilan ederek bize hükmederken ve aslında bizleri demokrasi dininine inandırarak kandırırken...Tıpkı günümüz siyasi liderleri ve politikacıları gibi !

Çalındığımızı bile fark etmiyoruz. Allah'tan koparıldığımızı bile..!

Yöneticisinden, çalışanına ve o toplumda yaşayan herkes; Kur'an'ın çağrısına kulak vermedikçe;İnsan aklı ile hazırlanmış olan adaletsiz,barbar, kanunlarla yönetilmeyi tercih ettiği müddetçe, ne bu kutuplaşmalar, ne bölünmeler  ve nede bu acılar asla son bulmayacak ve bu oyun böyle kuşaktan kuşağa tekrar edip duracaktır...




9 Mart 2015 Pazartesi

İNSAN NEREDE ?

İnsanlar, eşya, zaman, mekan ve her şeyin öğütüldüğü hayat denilen değirmende ömrünü tüketiyor.

O halde aklıma gelen ilk soru İnsan nerede ?

Bu kargaşada insanın yeri neresi ?

İnsanı makinelerden ve hayvanlardan ayıran üstün insani özellikler hani?

Yaşadığım yer olan Cizre'de, o günlerde henüz psikolojik ve akli yapım kültür tortularının baskısından kurtulamamıştı. Bu kültür tortuları başka kaynaklardan geliyordu. İslami duyarlılığa henüz oldukça yabancıydım. Bir gün düzenin düzensizliği üzerine kafa yormaya başlarken, yaşanan trajedik olayların köküne inmeye karar verdim. 

Siyaset,Sosyoloji,Ekonomi,Tarih vs. derken, karşıma çıkan her türlü problemin temelinde beşeri sistemlerin yanlış politikaları olduğunu fark ettim.

İnsanların bugün ruhi bunalımlar,sinirsel hastalıklar,kişisel, ailevi ve sosyal kargaşalar içerisinde yaşam sürdüğü bir toplum haline nasıl geldiğini ve bu sistemin kimlerden sorulduğunu anlamak , artık günümüz şartlarında pek zor olan bir şey değil. Bilgi kirliliği dışında..

Avrupa ve Amerika 16. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar, insanlığın binlerce seneden beri inanarak geldiği manevi değerlerin tamamını kökünden imha etti ve her türlü ilahi değerleri kökünden kazıdı.Bu değerlerin yerini ilmi tanrılaştırarak doğdu. İnsanlığa yeni bir tanrı ve yeni bir ibadet sistemi gerekliydi. Böylece, Amerika insanlığın şimdiye kadar tanımış olduğu bütün mukaddes değerleri red ederek yeni baştan üçlü bir tanrılar sistemi kurdu:üretim,servet ve lezzet...

Diğer yandan  Rusya'da Allah'ın birliğini inkar ederek, maddenin,ekonominin ve Marks'ın tanrılığında karar kıldı. Ve günümüz dünyası şuan da bu kapitalist sistemin ekseninde şekillenerek bocalıyor.

Temiz bir akılla toplumu gözlemlersek;Bir kısım insanların kanun koyduğu, tanrılaştırıldıkları, bir kısım insanların da bu kanunlara uyduğu, bu tanrılara itaat ettiği, kul ve köle olduğu bir toplum haline getirildiğimizi daha yakından görebileceklerdir.

Ve herkeste kendince doğru bir yolda olduğuna kanaat getirerek, insan hürriyeti ve onurunun varlığından nasıl uzaklaştırıldığını anlamaya başlayacaktır.

Eğer bir toplum da en yüce hakimiyet, sadece Allah'a ait olursa ve bu hakimiyet ilahi sistemin üstünlüğü esasına dayanarak kurulup gelişirse, bu toplum o zaman düzgün bir toplum olur ve gerçek anlamda hak, adalet, özgürlük, güven, huzur, refah ve kalıcı bir ilahi sistemle dünya düzeni ve istikrarı sağlanmış olur.

Yok eğer ki toplum, bir takım insanların tanrılaştırıldığı, bir kısmının da köleleştirildiği, adaletin, huzurun, güvenin, sadece beşeri sistemler ve madde üzerine endekslenerek gelişmesi, nesilden nesile doğrulukmuş gibi aktarılması, insanlar için felaketin çok yakın olduğunu gözler önüne daha net serecektir.

İlahi sistem maddi üretim için bireylerin özgürlük ve şerefini, aile ve toplumun temel direkleri ile onun dayanaklarını ve toplumun ahlak ve kanunlarını asla heder etmez. Tam tersi bunları ahlak ve değer hükümleri çerçevesinde ele alarak, insanın özelliklerini geliştirerek,insanı hayvandan ayıran yüce değerlere ulaştırmayı ve her iki cihanda mutlu kılmayı hedeflemektedir.

Yaşanılan toplumun niteliği ne olursa olsun,İslam bu alanda insanca özelliklere dayanan bir gelişme çizgisi sağlar. Bu yaşamsal çizgiyi koruyarak hayvanlığa doğru bir düşüşün meydana gelmemesi, nitelikli toplumların oluşmasını kaçınılmaz kılacaktır.

Maalesef  günümüz tüketim toplumunda bu grafik ve bu insani çizgi madde medeniyeti ile aşağı doğru inince ve kuşaklar zevk ve sefaya dalınca bu sistem medeniyet olmaktan çıkıyor ve ayrışmalar,kopmalar,acılar ve yok oluşlar başlıyor..

Toplumda birliğin temel taşını İnsanlık yerine; milliyet,renk,ırk,toprak,ulus,kabile ve bunlara benzer bağlardan birisi toplumu birleştiren temel bağ  olmaya başlıyor ve o zaman açıkça görülür ki ne milliyet,ne renk, ne ırk, ne toprak ve ne ulus, ne de kabile birliği insanın yüce özelliklerini temsil edemiyor. Çünkü: milliyet,ırk ve toprak birliğinin ötesinde ve üstünde yine en önemli varlık İnsandır. Bu şerefi ona Yüce yaratıcısı Allah vermiştir.

İnsan, sırf kendi hür iradesi ile ancak inancını,düşüncesini değiştirebilir ve yaşadığı toplumu ilerleterek,refah seviyesini belirleyebilir. Fakat kendi isteği ile milliyetini ve rengini değiştiremez. Tıpkı anne ve babasını seçme ve değiştirme hakkına sahip olmadığı gibi.. 

Hangi ırkın çocuğu olarak ve hangi toprak parçası üzerinde doğacağını bile bilemez ve tayin edemez. Çünkü: İnsanlar kulların hükmüne değil, Allah'ın hükmüne bağlıdır ve buna bağlı olarak yaşamalıdır.

İnsanlık bugün gerçek ve katıksız İslam'ın çağrısına her zaman kinden daha fazla muhtaçtır. Özellikle de İslam alemi bu çağrıya daha fazla muhtaçtır. Çünkü; Ortadoğu'da ve İslam'ın temellendiği bu topraklarda sahnelenen kirli oyunlar maalesef ki insanlara İslam'ın gerçek yüzü olarak yansıtılıyor..

Yine insanlığın bugünkü haline bir göz attığımızda, sebepler ve şartlar değişmiş ama şaşkınlık, ızdırap, kötülük ve anarşi değişmemiştir. Bu sadece İslam toplumları için değil, diğer semavi dinlerin hakim olduğu, hem de putperestlik esaslarının yürürlükte olduğu her yerde yaşayan insanların hayatını istila etmeye devam etmektedir. İnsanlık uyanmadıkça ve gerçek ilahı olan Allah'ın emir ve yasaklarına uymadıkça, diğer inandıkları tanrıların insanlığı yok edici savaşların ve sömürücü emperyalizmin kucağından kurtulamazlar.

Çünkü: hiç bir ülkede düzen kalmamış, hiçbir insanda huzur ve yaşama sevincinin zerresi bırakılmamış. Vicdanlar bunalımda. Mevcut inanç ve sistemlere olan güven azalarak yok edilmiş ve herkes bu sağır ve dilsizliğe alıştırılmış..

Mevcut sistemler sorgulandığında prensip ve kurumların hiç birisi insanı yeterince tatmin etmeye kafi değil.Bu sistemde çalışan ve üreten herkes, baş döndürücü bir boyutla bu üretim imkanları ve elde ettikleri kazançları yine basit lezzetlere ermek için harcıyorlar..

Maalesef İnsanlar,eşya,zaman,mekan ve her şey bu değirmende ömrünü tüketiyor. Bütün bunlar insan unsurunun taşıdığı kuvvet ve enerjinin iflas ettiğini gösteriyor. Hayat gün gittikçe daha fazla gürültülü bir hale geliyor..İşte bu karmaşıklık arasında insan kendine soruyor İnsan nerede?


UYANIN!

Great Reset'çilerin Yeni Dünya Düzeninde Türkiye için planı, ABD gibi bir göçmen ülkesi, Çin gibi ucuz işgücü cenneti olması var.  Bu ko...