gerçekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gerçekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Haziran 2021 Perşembe

TERCİH SİZİN

Yaşanan bu son olaylar bir kez daha gösteriyor ki, dünya hızla kıyamet savaşına ve son dünya savaşına doğru gitmektedir.

Planlarımızı, hazırlıklarımızı böyle bir sürece göre yapmak ve yaşantımızı buna göre gözden geçirmek zorundayız!

Neleri hedefliyoruz?

Neleri hazırlıyoruz?

İmkanlarımızı ve vaktimizi nereye kullanıyoruz?

Planlarımızı, hazırlıklarımızı bu sürece göre yapmak, yaşantımızı gözden geçirmek mecburiyetindeyiz!

Yeryüzü firavunlarının cephesi, her çeşidi ile soğuk savaşı, tüm şuurlu ve bilinçli insanlara karşı uyguluyor!

Bu coğrafyaya da baktığımızda ateş gibi sıcak savaş yaşanıyor. Buna sadece seyirci kalıyoruz!

Gündelik basit işlerle, korkularla, dertlerle ve sosyal medyadaki safsata videolarla, televizyon programları ile bizleri ve en önemlisi beyinlerimizi, kalbimizi oyaladıklarını anlamalıyız..!

Bununla beraber bugün gelinen yol ayrımını da fark etmeliyiz!

Çoğunluğun ardından gittiği maddiyat ve çıkar İlişkileri sebebiyle kimse dünyada huzurlu ve mutlu değil!
Ya cenneti ya da cehennemi,

Ya Allah’ı ya da rezilleşen dünya hayatını tercih edeceğiz..!

Anlayana!


ŞEREFLİ OLUN!

Bu dünya hayatı insanlar için hakikat savaşını vermekten ibarettir!

Bu olgunluğa erişmek zaman alsa da, hakikatleri önünüze koyarak gerçekçi yaşayın.

Büyüklüğünüz, vadeniz doluncaya kadar erdemlice duruşunuza ve tavrınıza bağlıdır.!

Yüreği, beyni büyük insanlar; maddiyatı, makamı, korkuyu ve en önemlisi kula kulluğu aşmayı başarıp, Allah’ı buldukları için hiçbir zaman düşmezler…!

Bu vesile ile unutmayın!

Haksızlıklara sessiz kalmak bir kişilik sorunudur.

Haksızlık yapana sessiz kalmak vebal altına girmektir.

Haksızlık yapan kişilerin peşinden gitmek ise şeref sorunudur!

Şerefli olun!

Bu şerefi size veren Yüce Allah’tır. Şerefi Allah’ın yanında arayın.. Kulların değil!

Sorgulayın!

Soluduğumuz havayı biz mi yarattık?

Bizi ısıtan ve aydınlatan güneşi de..!

El ve beyin kaslarımızı çalışacak ve kazanacak güçle biz mi donattık?

İnsan olarak kendi kendimizi biz mi yarattık?

Dünyada insanların eliyle yaratılmış acıların büyük bir kısmı gücün; cahil, bozuk karakterli, erdem yoksunu, menfaatçi, yetersiz, ikiyüzlü ve korkak insanların eline geçmesinden doğmuştur.

Kendi hayatınız başta olmak üzere, gerek toplum hayatında kime güç ve yetki vereceğinizi düşünürken; beyin, karakter, şahsiyet, dürüstlük ve merhamet en önemli belirleyici etken olsun!

Kendileri erdemli ve doğru dürüst olamayan toplumlar, mükemmel yönetilmeyi de yöneticiyi de beklemesinler…


Erdemli olun!

Ruhlara hitap edin! Bunu başaramazsanız mutsuz robotlar olmaya ve yalnızlaşmaya hazır olun!

Gönül ve yüz yüze sohbetlerinizi artırın, faydalı işlerinizi, iyiliklerinizi çoğaltın ve ahiret gerçeğini merkezinize koyun.

Anlayın ve Anlatın!

Sistem mutlu olup olmadığınızla ilgilenmiyor!

Onların ilgilendikleri tek şey, bizleri sömürerek borçlandırmak ve reklamlarla daha fazla tüketime yöneltmek!
Sonuç: Geleceğimizi ipotek altına alarak bizleri köleleştirmek..!

Bu günümüz eğlenceli teknolojik oyuncaklarıyla, sahte gelecek kaygısı ve özgürlük yanılgısı yaratmaları, gerçekte bir köle olmaya başladığımızı anlamama/mız içindir…

İnsan kalitesi giyim kuşamla, makam ve mevkiye önem veren insanların çokluğu ile değil; beyinle, şahsiyetle, adil, vefalı, cefakar insanların çoğalmasıyla ortaya çıkar…

3 Mayıs 2015 Pazar

ÇIĞRINDAN ÇIKAN BİR DÜNYA


"...Zulmetmekte olanlar nasıl bir inkılapla devrileceklerini pek yakında bileceklerdir." Bu Allah'ın bir vaadidir. Allah'tan başka vaadine daha sadık kim olabilir...Bu ilahi bir yasadır...

Zalimlerin yıkılması Yüce Allah'ın vaadidir:

Kim yeryüzünde bozgunculuk çıkarırsa,
Kim halkını sömüren,ezen bir idarecilik yaparsa,
Kim halkın dertlerini,değerlerini hiçe sayarsa,yok sayarsa,
Kim Allah'ın dinini düşmanlarını dost edinirse,
Kim tek adam anlayışıyla yeryüzü nimetlerini tekelde toplamaya,mal yığmaya kalkışırsa,
Kim indirilen hakikatleri inkar ederse,
Ve kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse,
İşte onlar yıkılmaya mahkumdurlar...

Bir sistem düşünün ki,onun savunucuları, din,dil,ırk vs. fark etmeksizin herkese aynı mesafedeyiz diyerek, Allah'ın dinine, peygamberlerin tebliğ esasına ters bir yol haritası çizerek insanları kendi dinine(ideoloji,parti vs.) yönlendiriyor.

Müslüman bir toplum sisteminde olmaması lazımken; genelev,kumarhane,meyhane işletiyor,izin veriyor ve  vergisini alıyor! 

Halkını sömürerek, Allah'ın yarattığı canı kanun nezdinde öldürtüyor ve  yine kendilerine Müslüman'ım diye biliyor..

"Allah katında, en değerli olan kimsenin, Allah'ın emir ve yasaklarına en çok bağlı olanlar"(49 Hucurat-13) olduğu ifade edilirken, asıl dikkatinizi buraya çekmek isterim.Yüce yaratıcının açık ve net bir ifade ile belirttiği bu cümleye kaçımız riayet ediyoruz?

Bizi yönetenlerin kaçı Allah'ı yada ölümden sonrasını düşünüyor?
Gerçekten bunları dikkate alan birileri olsaydı, siyaset yapabilir miydi? 
Yada Kul hakkına girebilir miydi...?
İşte en basit şekliyle bu tür soru ve cevaplarla, toplumun içinde yaşadığı çelişkileri kolayca fark edebiliriz..
Sistemin çarpıklığını göremeyen yada görüpte anlamak istemeyenlerinde, susmayı tercih etmesi, açık veya gizli olarak ardından gittiği bir partiye mensup olması (bu parti a-b partisi hiç fark etmez...) kendisini yeterli görmesini sağlıyor...

Üstelik ibadet etmekle itaat etmeyi hiç ayırt etmeden ,inandık demekle kendini yeterli buluyor ve kurtulacağına inanıyor...

Evet tabiki de ibadet ettiğimiz doğru!Peki emir ve yasaklara ne kadar itaat ediyoruz? Asıl mesele bu! Devlet ve Millet ideolojisine bağlı olduğumuz kadar, Yüce Allah'ın emir ve yasaklarını gözetebiliyor muyuz ? 

Ülkemizin, doğusundan batısına yaşanan politik olaylar yumağından; İnsanlığın ve maneviyatın aldığı yaraları hak ve adalet çerçevesinde değerlendirebiliyor muyuz? Bu doğru veya yanlış diye biliyor muyuz?

Yakınımızdakilere kim olursa olsun yardım edebiliyor muyuz ?  
Veya uzağımızdakilere...başka ülkede ölenlere, öldürülenlere, aç kalanlara dua edebiliyor muyuz politik bakışlarımızdan arınaraktan samimice !

Bu nedenle adına ister demokrasi deyin,ister laiklik deyin,ister parti deyin, ister bir başka şey deyin, insan aklının ürünü olan ve rehberi Kur'an olmayan her sistem ve rejim tağuti bir sistem ve tağuti bir düzendir. 

Maalesef ki, çığrından çıkan bu dünyanın hızla nereye gittiğini anlamak ve fark etmek zor.Bu düzensizliği anlayamayanlar da sistemin birer çarkı olmayı en başta kabul etmişler bile, ömür tükettikleri televizyon karşında...!

Günümüzün çok tanrılı sistemin de herkes yerini almış bile... Açılıp bakılmayan Kur'an'ın ve İslam tarihinde ki cahiliye adetlerinin her çeşit vehim ve hurafelerinin kalp ve kafalara nasıl modernleştirilerek iyice yerleştirildiğini ve bizlerinde bunu nasıl direnmeden kabul ettiğimizi fark etmeden bile...!

Ben bu ülkenin sahibiyim,ülkenin tüm sakinleri benim kulumdur.Benim merkezi otoritem onların toplum düzeninin temelini oluşturmaktadır.Benim buyruklarım vatandaşlarım için kanundur...diyen liderler ilahlıklarını ilan ederek bize hükmederken ve aslında bizleri demokrasi dininine inandırarak kandırırken...Tıpkı günümüz siyasi liderleri ve politikacıları gibi !

Çalındığımızı bile fark etmiyoruz. Allah'tan koparıldığımızı bile..!

Yöneticisinden, çalışanına ve o toplumda yaşayan herkes; Kur'an'ın çağrısına kulak vermedikçe;İnsan aklı ile hazırlanmış olan adaletsiz,barbar, kanunlarla yönetilmeyi tercih ettiği müddetçe, ne bu kutuplaşmalar, ne bölünmeler  ve nede bu acılar asla son bulmayacak ve bu oyun böyle kuşaktan kuşağa tekrar edip duracaktır...




26 Ekim 2014 Pazar

ORTADOĞU'DA GELECEĞİ ÖNGÖRMEK


Ortadoğu, tarih boyunca birçok insanlığın ve medeniyetin ortak noktası olmuştur. İslam öncesi ve İslam sonrası bir türlü istikrarın var olamadığı bu coğrafya;Bugün yine 500 yıllık tarihi ile Kapitalist sistemin egemen odaklarının ve ortaklarının yarattığı bir bataklık haline dönüşmüştür.

Bu ortak noktada en çok ezilen halkların başında, yine Kürtlerin gelmesi tesadüfi bir olay değildir. Dün Irak'taki Halepçe'yi ve 1992'li yılların Türkiye'sinde yaşanan trajedik olayların izleri hatıralarımızda her an canlanmaktadır. İşte dünden bugüne süre gelen bu olayların birçoğu, Kürtlerin varlığının dünyaya haykırışı niteliğinde olmuştur.

Türkiye sınırının yanı başında, insanlık dramının yeni bir boyut kazandığına hepimiz tanık olduk. Kobanê'yi teslim almaya çalışan IŞİD savaşçılarına karşı kayıtsız kalmak yerine, kısa bir sürede Türkiye'deki Kürtler'den de destek alarak bir direniş mücadelesi  verilmeye başlandı.Yaşanan katliamlara tüm dünya ülkeleri yine seyirci kaldı.

Özellikle,Türkiye Kürtleri ile barış sürecinin yaşandığı bu hassas dönemde, Türkiye, olup bitenleri sınır hattında seyretmekle yetinirken, yapılan söylemler Türkiye Kürtleri'ni oldukça öfkelendirdi. Geri dönülemez bir kırılmanın yaşanması an meselesi. 

Bu kırılma sadece Türkiye Kürtleri açısından değil,uluslararası konjektörlerin ve bölgedeki çatışmaların altında yatan asıl hesapların durumunu anlamak açısından da önem arz ediyor.
Kobanê direnişi üzerine verilen mücadelenin ve bölgede yapılan gizli hesapların analizi üzerinde durmaya çalışacağız.

Suriye'ye karşı yürütülen savaşın organizasyonunda yer alan tarafların bir kriz sürecinde olduğuna tanıklık ediyoruz.

Temmuz 2012’de düzenlenen, “yüz kadar devlet ve uluslararası kuruluşun yer aldığı”  Suriye dostları koalisyonu, bu gün itibariyle, sadece 11 ülkeden/kuruluştan oluşuyor. IŞİD örgütüne karşı olan koalisyon resmi olarak “60’tan fazla devletten meydana geliyordu”. 

Ancak, koalisyonu oluşturan tarafların, yapacakları görevler listesi gizli kalırken, ortak noktaları az olduğu görülüyor.

Çünkü: haziran 2014'te, Ortadoğu coğrafyasının ABD ve Rusya arasında yeni paylaşımı organize eden ve barış ortamına dönüldüğünü bildirmesi gereken Cenevre 1 konferansının yapıldığı zaman,  François Hollande’ı Devlet Başkanı seçen Fransa, konferansının nihai bildirisine kısıtlayıcı bir yorum konulmasını sağlamıştır. Fransa yönetimi daha sonra, ABD Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton ve CIA Directörü David Petraeus’un desteğiyle, İsrail ve Türkiye hükümetlerinin Suriye’ye savaş açma düşüncesine dayanarak, savaşın başlamasını organize etmişlerdi.

ABD yönetimi, Ocak 2014’te yapılan kapalı bir oturum sırasında, Irak ve Suriye devletlerinde bölünme olacak şekilde, Irak’ta Sünni Arapların yaşadıkları bölgeleri ve Suriye’de Kürtlerin yaşadıkları bölgeleri işgal etme görevinin de verilmesiyle birlikte, IŞİD örgütüne silah ve finansman yardımı yapılması kararını kongreden geçirmişti.

Türkiye ve Fransa hükümetleri, IŞİD organizasyonu saldırı yapması için El-Kaide (El Nusra cephesi) örgütünü silahlandırdılar ve Koalisyonun ilk başlarda aldığı karara geri dönmemesi için ABD yönetimine itiraz ettiler. Ayman El-Zawahiri’nin sükûnette davet çağrısı üzerine, El-Kaide ve Daesh örgütleri arasında Mayıs ayında anlaşmazlık yaşanmadıysa, bu durum, Fransa ve Türkiye’nin o dönemdeki müttefik güçlerinin bombardıman saldırılarına katılmadıklarından dolayıdır.

ABD Yönetimi'nin Ortadoğu'daki en büyük amacı: bölgedeki hidrokarbür yataklarını kontrol etmek istemesidir. Bu planın en başında siyasetçi ve iş adamı, George W. Bush dönemi Başkan Yardımcısı, (20 Ocak 2001 - 20 Ocak 2009) Dick Cheney’in bulunduğu Ulusal Enerji Politikasını Geliştirme  Topluluğu (National Energy Policy Development Group) ilgili bölgelerde uydulardan alınan görüntüleri ve sondaj verileri incelemeye alarak, dünya hidrokarbür rezervleri yerlerini belirledi ve Suriye’de bulunan büyük doğalgaz yataklarını keşfetti.

2001’de yapılan askeri darbe sırasında Washington yönetimi, zengin doğal kaynak yataklarına el koyabilmek amacıyla, sekiz ülkeye saldırı düzenleme kararını aldı (Afganistan, Irak, Libya, Lübnan, Suriye, Sudan, Somali ve İran). ABD Dış İşleri Bakanlığı “Arap baharı” olaylarını organize etmek üzere Ortadoğu ve Kuzey Afrika (The Midlle and North Africa) dairesini kurarken, Genelkurmay Başkanlığı da (Suudi Arabistan ve Türkiye’nin bölünmesini içeren) “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”nin yeniden düzenleme konusunu gündemine aldı.

ABD ve Rusya yönetimleri, İngiltere ve Fransa’nın daha önceki yerini alma ve 1916’da yapılan Sykes-Picot anlaşması gereği Londra ve Paris’in Ortadoğu coğrafyasını paylaştıkları gibi, bölgenin paylaşım görüşmelerine başladılar.

Fransa yönetimi, Haziran 2012’de, büyük bir tantana ile koalisyonun en önemli toplantısını Paris’te organize ederek Suriye’ye savaşını başlatmış oldu. Devlet Başkanı François Hollande konuşma metni, muhtemelen İsrailliler tarafından İngilizce olarak kaleme alındı ve sonra Fransızcaya çevirisi yapıldı.

ABD Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton ve Büyükelçi Robert S.Ford (John Negroponte tarafında yetiştirilen) tarihin en büyük üstü örtülü savaşına giriştiler.

Daha önce Nikaragua’da olduğu gibi, özel olarak teşkil edilmiş ordular, bölgeye sevk edilen paralı askerleri seferber ettiler. Ancak bu defa, paralı asker kadroları cihatçı sürüsünü eğitmek üzere ideolojik bir çevreye alındılar.

ABD Savunma Bakanlığı Pentagon, Dış İşleri Bakanlığı ve CIA’da olup bitenler üzerine dönünce, Suriye’de yapılan operasyonların gözetimini ihmal etmiş oldu. Yürütülen savaşın maliyeti şaşırtıcı derece yüksek oldu.

Ancak, ABD, Fransa ve Türkiye devlet hazineleri dikkate alındığında, bu maliyetin anılan devletler için pek de önemli olmadığı anlaşılıyor. Çünkü finansmanı Suudi Arabistan ve Katar Emirliği tarafından sağlanmıştı.

Fransa ve Türkiye yönetimleri, 2013 yılı yaz aylarında sözde Esad rejiminin kimyasal silah kullandığı konusunu gündeme getirerek, ABD güçlerinin Suriye’ye geniş kapsamlı bir bombardıman faaliyetine girişmeye sevk etmelerinden sonra, Beyaz Saray ve Pentagon kontrolü yeniden ele almaya karar verdiler.

ABD yönetimi, 2014 Ocak ayında kapalı bir oturumla Kongreyi topladı. Irak devletinin üçe bölünmesini, Kürt bölgesini Suriye’den ayrılmasını içeren bir plan kararını aldı. 

Bu kararın gereği yapılabilmesi için, ABD Ordusunun, Uluslararası Hukuk kurallarına göre yapamayacağı işi gerçekleştirebilecek kapasiteye sahip bir cihatçı grubu finanse ederek, silahlandırma kararını aldı: yani, etnik temizlik yapmak için çalışmalara başlandı.

Koalisyon güçlerinin şimdilerdeki bombardıman faaliyetinin, ilk başlardaki izlenen, Suriye Arap Cumhuriyetinin yıkılması politikasıyla herhangi bir ilişkisi bulunmuyor.

Koalisyonun “terörle mücadele” ilanıyla da herhangi bir bağı yok. Bombardıman kampanyası, gerektiğinde bölgede yeni devletlerin kurulmasını da içerecek şekilde (ama gerekli olmadığı anlaşılıyor), ABD çıkarlarını savunmak üzere düzenleniyor.

Pentagon, Suudi Arabistan ve Katar Emirliğine ait bazı uçaklarla, sembolik olarak yardım ediyor. Ama Fransa ve Türkiye uçakları katılmıyor.

Havadan 4000’den fazla sorti gerçekleştirdiği iddia ediliyor, oysa sadece 300 kadar cihatçı savaşçının öldüğü tahmin ediliyor.

Resmi söylemi dikkate alacak olursak, 13’ten fazla saldırı oldu ve bir cihatçının öldürülmesi için kaç adet bomba ve füzenin kullanıldığı kimse bilmiyor. Tarihin en maliyetli ve en gereksiz hava saldırı kampanyası düzenlendi. 

Akıl yürütme yoluyla konuyu düşünecek olursak, IŞİD örgütünün Irak’a saldırması petrol fiyatları üzerinde bir manipülasyon olduğunu görürüz; petrol varil fiyatı 115 dolardan, 83 dolara düştü.

Bu oran,  % 25 düşüşe karşılık geliyor. Meşru yollardan Irak Başbakanı olarak seçilen Nuri El-Maliki, ülkesinde çıkan petrolün yarısını Çin’e satıyordu.Damgalandı ve iktidardan indirildi. Daesh/IŞİD organizasyonu ve Irak Kürdistan’ı Bölgesel Yönetimi de petrol satışlarında azalma oldu ve ihracat kalemleri % 70’e indi. Çin menşeli petrol şirketlerinin kullandıkları tesisler tamamıyla yıkıldı. Irak ve Suriye petrol ürünleri fiilen Çinli alıcılardan uzak tutularak, ABD’nin kontrol ettiği uluslararası pazara yeniden entegre edildi.

Bu yeni süreç gösteriyor ki; Suriye’de barış ortamı yeniden tesis edilecek ve uzun zaman gerektiren yeniden imar sürecine odaklanılacak.

Suriye yönetimi, ülkesini yeniden imar edilmesi amacıyla Çin inşaat firmalarına yönelebilir.
Ancak, Pekin yönetimini hidrokarbür ürünlerinden uzak tutmayı tercih edecek.

Petrol sanayisini yeniden inşa etmek ve doğalgaz yataklarını işletebilmek amacıyla Rusya firmalarına yönelebilir. Suriye’yi transit geçecek boru hatları konusu Rusya ve İran’dan alacağı desteğe bağlı olacak.

Fransa ve Türkiye yönetimlerinin bölgeye ilişkin yeniden kolonizasyon hayalleri gerçekleşmeyecek bir sürece girmiştir.

Fransa hükümeti, Çin’e yaklaşmaya çalışan bütün devletler üzerinde hüküm sürmeye girişebilir. İvoire Sahili, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Batı  düzenini o bölgelerde yeniden inşa edebilir.

Bu süreçte Türkiye’ye gelince, bu atmosferde sesini yükseltmemesi gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, işin doğasına ters gelen bir durum, Müslüman Kardeşler ile Kemalistler arasında bir ittifak kurmasını başarsa bile, yeni Osmanlıcılık hayalinden vazgeçmesi gerekebilir.

NATO üyeliği sıfatıyla Türkiye, Yunanistan’da Gergios Papandreou ve Türkiye’de Bülent Ecevit hükümetleri döneminde olduğu gibi, ABD yanlısı bir askeri darbe kurbanı olmaya yatkın bir geçmişe sahip olduğunu unutmaması gerekiyor.

Yine 7-8 Ekim'de Kobane'ye destek amaçlı yaşanan iç karışıklıklar buna bir mesaj olarak kabul edilmelidir. İç karışıklığa zemin hazırladığı bu süreçte Kürtlerle başlattığı barış sürecinde somut adımlar atmalıdır.

Suudi Arabistan Hanedanlığı ve Katar Emirliği, Suriye Arap Cumhuriyetinin devrilmesi uğruna boşuna harcadıkları milyar dolarları hiç bir zaman Türkiye için tahsis etmeye yanaşmayacaklar.

Türkiye’de olası toplumsal bir alt üst olma durumundan sonra, belki yeniden inşaat faaliyetlerinin bir kısmına katılabilirler.

Suudi Hanedanlığı ABD’nin ekonomik çıkarları gereğini yerine getirmeye devam edecek.
Ancak, bölgede büyük çaplı savaşların önlenmesi yönünde çaba gösterilmesinden imtina edecek.

Suudi Arabistan Krallığı, Washington yönetiminin her zaman, Hanedan ailesinin kendi mülkü olarak gördüğü Arabistan’ı bölme kararını alabileceğinin farkında olması gerekiyor.

İsrail yönetimi, kısa vadeye yönelik, el altında Irak’ın gerçekten üçe bölünmesini teşvik edebilir. Güney Sudan’da daha önce gerçekleştirdiği gibi, Irak Kürdistan’ını kurdurabilir.
Kuzey Suriye ile birleştirebilmesi düşük bir ihtimal görünüyor.

İsrail yönetiminin, Birleşmiş Milletlerin Geçici Gücünü Güney Lübnan’dan alabilmesi ve Suriye sınırında olduğu gibi, Birleşmiş Milletler Salınımı Gözetleme Gücü (FNUOD) yerine El-Kaideyi ikame etmesi pek olası görünmüyor.

Ancak, 66 yıllık devlet tarihiyle İsrail, büyük girişimde bulunup, ama az kazanım elde etmeye alışık. Suriye ile yürütülen savaşta ve Koalisyonu oluşturan taraflar arasında aslında kazanan tek aktör.

Komşusu Suriye’yi uzun yıllara yönelik yalnızca zayıflatmadı, aynı zamanda, Suriye’nin kimyasal cephanelik oluşturmasını engellemiş oldu. Öyle ki, bugün artık dünyada, ileri düzeyde atom silahları cephaneliğine, kimyasal ve biyolojik silahlar cephaneliğine sahip tek ülke İsrail oluyor.

Irak Devleti bugün artık  fiilen üç ayrı devlete bölündü: İslam Halifeliği uluslararası camia tarafında tanınmayacak. 

İlk bakışta, Kürdistan’ın Irak’tan ayrılmasına engel olabilecek kimse görünmüyor. 

Aksi takdirde, Kerkük petrol sahaları da dâhil olmak üzere, idari tanımlamasına göre % 40 oranında topraklarında genişleme sağlamasını nasıl açıklayabiliriz. 

Halifelik yerine bir süre sonra tedricen, muhtemelen IŞİD örgütünden “ayrılan” kişilerin yöneteceği, ancak yönetilen halka daha az eziyet edileceği Sünni bir devlet ortaya çıkacak. 

El-Kaide eski savaşçılarının, en ufak bir itiraz olmaksızın,  iktidara getirildiği Libya sürecinde olduğu gibi.

Lübnan IŞİD örgütü tehdidi altında varlığına devam edebilir. Ancak, bu organizasyonun terörist faaliyetlerden başka bir rolü olmayacak. 

Cihatçı örgütler, anarşi batağına sürüklenmiş bir devletin siyasi faaliyetlerini dondurma aracı olarak işlev görecekler.

Rusya ve Çin yönetimleri, yerel halklara merhamet etmeleri için değil, ancak, IŞİD enstrümanı gelecekte kendilerine karşı kullanılacağından dolayı, Irak, Suriye ve Lübnan’da IŞİD organizasyonuna karşı hemen mücadele girişimde bulunmaları gerekiyor.

IŞİD örgütüne, finansmanını sağlayan Suudi Prensi Abdul Rahman ve operasyonları yöneten Halife İbrahim komutanlık ediyorlar.

Esas yönetici kadrolarının hepsi de askeri istihbarat servisleri üyesi olup, Gürcistan vatandaşı ve bazen de Türkçe konuşan, Çin vatandaşlığı olan kişilerdir.

Gürcistan Savunma Bakanlığı, bu konudaki fikrini değiştirmeden önce, cihatçılara eğitim verildiği kamplara ev sahipliği yapıldığını kabul etmişti.

Moskova ve Pekin yönetimleri, mücadele etme konusunda kaygı taşıyorlarsa, Kafkasya’da, Fergana vadisinde (Özbekistan) ve Xinjiang’da (Sincan Uygur Özerk Bölgesi)IŞİD organizasyonuna karşı mücadele vermeleri gerekiyor.


14 Ekim 2014 Salı

IŞİD GERÇEĞİ ÜZERİNE BAZI TESPİTLER

Ortadoğu'nun jeostratejik konumu diğer bölgelere nazaran önemli bir noktadır. Çünkü; burası eski dünyanın kalbidir merkezidir. 

Dikkat edilirse, Bağdat, Moskova’ya, Pekin’e, Singapur’a, Johannesburg’a eşit uzaklıktadır. 

Dolayısıyla bu bölgenin doğrudan militer denetimi, emperyalistlere uzun mesafedeki bölgelere askeri birliklerini kolay ulaştırma, 
kolay müdahale imkânı demek; Ve üçüncüsü de bölgedeki rejimler çok zayıf. 

Yenmesi kolay ülkeler. Mesela Uzak Doğu dikkate alınırsa, orada kötü bir deney yaşadılar. Vietnam’da ABD yenildi...

Yakın zaman da ABD'nin kendi elleriyle var ettiği'' IŞİD'' organizasyonunu sınırlarımıza uzanan ve bölge coğrafyasını kapsayan bir operasyon ve daha büyük planın parçası olduğuna tanık olduğumuz bu gelişmelerle tarihin tekrar ettiğini görüyoruz.

Aslında Irak işgaliyle başlayan ve sonrası Suriye'ye sıra gelen ve ardından IŞİD'le Kobanê'ye uzanan bir çok derin bir bölgesel oyunun ortasında olduğumuzu unutuyoruz!

ABD yönetimi, Suriye hükümet güçleri yenilinceye kadar IŞİD organizasyonuna/örgütüne destek vermeye devam edecek.Bir yandan Kürtlere destek olduğunu,öte yandan bu karışıklık zemininden istifade ederek çözüm noktası olacağının sinyallerini verecek.

Ortadoğu'da olup bitenlerin, belli bir bölümünü ve onun temelini oluşturan kriz hakkında kısa da olsa bilgi vermeyi amaçladım. Çünkü; insanlarımızın yorum ve değerlendirmeleri Kapitalizmin krizini algılamaktan ve analiz etmekten çok uzak. 

Bu perspektifte konuyu iyi anlayabilmek için bazı yazarların düşüncelerini ve haberleri paylaşacağım.


* Suriye yönetimi, Rusya’yı zayıflatma politikasının bir enstrümanı olarak ABD’nin esas hedefi olarak kalmaya elbette devam edecek.Çünkü: ABD’nin IŞİD örgütünü var etmesindeki esas amacı, Ortadoğu başta olmak üzere, Rusya,Çin ve Hindistan bölgesi iç kısmı ve derinliklerine kadar etkili olacak güçlü bir istikrarsızlık dalgasını yaratmak istiyorlar.

* Bunlardan biri olan sayın Haluk Gerger diyor ki: "Türkiye'nin Ortadoğu'ya ilişkin politikasının iki ayağı var. Biri Amerikan stratejisine eklemlenmiş olmaktan kaynaklı.İkinci;kendi özel meselesi,Kürt sorunu.(...) Türkiye iki arada bir derede kalıyor.Çünkü: Amerika'ya eklemlenme IŞİD'le mücadeleyi gerekli kılmıyor.(...) IŞİD,Türkiye adına Kürtlere karşı vekalet savaşı yürüttü,yürütüyor". Haluk Gerger, iki arada bir derede kaldığı içindir ki, savaşanlardan sadece birisinin yani IŞID’in vekalet savaşı verdiğini söylüyor. Peki ya Irak Devleti, Güney Kürdistan’daki Federe Kürt Devleti veya Suriye, Türkiye ve savaşın içindeki örgütler ve partiler? Bunlar, dünya sermayesinin ortaya çıkardığı vekalet savaşının içine çekilmemişler mi? Dünya sermayesi adına geliştirilen bir savaşta, o savaşın içinde yer alan tüm aktörler vekalet savaşı adına savaşmıyorlar mı?

* Teslim Töre,Türkiye’yi Kim Kurtarır?“ başlıklı yazısında "IŞID herhangi bir örgüt değil, emperyalizm ve siyonizm’in güdümlü bir projesi olarak bölgeye salındı. Şimdilik Irak’taki işlevi bitti. Artık imha sürecine girdi. Ancak IŞID imha edilirken, IŞID’in tanıklığı ile Türkiye’nin BM nezdinde suçlu duruma düşürülerek, Lahey Adalet Divanı‘nın önüne çıkartılarak, hırpalanmasının hazırlığı yapılıyor“ demesi ve arkasından aynı yazısında "… emperyalizmin Türkiye’yi bir Irak, Libya, Suriye gibi görüp değerlendirmesi düşünülemez. Kendi sermayesini, sermayesi için yapılandırdığı ekonomi-politiği, işgal ettiği Irak, dağıtmış olduğu Libya, dağıtmaya çalıştığı Suriye gibi bir işleme tabi tutamaz“ cümleleri yine bir arada iki derede kalma örneklerinden birini sunuyor. IŞID, emperyalizm ve siyonizm tarafından bölgeye salınıyor, bir süre sonra işlevi bitiyor (!) ve IŞID‘i imha süreci başlıyor! Ayrıca her ne kadar emperyalizm Türkiye’yi Lahey Adalet Divanı önüne çıkarmak ve hırpalamak istiyorsa da, Türkiye’yi Irak, Libya ve Suriye gibi değerlendiremez, dağıtamaz! Sebep: Çünkü Türkiye’de kendi sermayesi var, sermayesi için yapılandırdığı bir ekonomi-politik var! Yani Irak, Libya ve Suriye’de kendi sermayesi olmadığı için, bu ülkelerin başına bunlar getiriliyor!

* Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) Irak ve Suriye’de yapılan hava harekâtı akıllara durgunluk verici: Yalnızca hava harekâtıyla yapılan bombardıman marifetiyle terörist diye bilinen bir örgüt yok edilemez. ABD ve Körfez İşbirliği Konseyi güçleri, Irak Devleti ve Kürtlere ait kara ordu birlikleriyle birlikte Irak’taki faaliyetlerini iki katına çıkardılar. Oysa var edilen “İslam Devlet” ile savaşmak üzere Suriye’de hiçbir askeri güçleri yok. ABD Genelkurmay Başkanlığı Operasyonlar Komutanı General William Mayville’e  göre “bu havadan bombardıman harekâtı, Irak ve Suriye dışındaki topraklarda “İslam Devleti/Emirliği” kapasitesini etkileme özelliğine sahip bir harekât değil”.

Reuters Haber Ajansı Ocak 2014’te, Başkan Obama’nın ABD Kongresinin yapılan gizli bir oturumu sırasında, aralarında İslam “Emirliği” organizasyonunun da bulunduğu, Suriye’de faaliyet gösteren “isyancı” hareketleri, Eylül 2014’e kadar geçerli olmak üzere, silahlandırmak ve finansmanını sağlamak için onay verdiği haberini kamuoyuna duyurdu. Burada sadece kamuoyuna kapalı basit bir toplantı söz konusu değil, basbayağı gizli bir oturumdan bahsediliyor. ABD’deki bütün basın kuruluşları bu habere getirilen sansüre riayet etmişlerdir.

Suudi Arabistan devlet televizyonu, gayet gururlu bir şekilde, Prens Abdul Rahman El - Faysal’ın aslında “İslam Emirliği” organizasyonu başındaki yönetici olduğunu açıklamıştı.

İsrail istihbarat şefi General Aviv Kochani, Suriye yönetimine karşı savaş veren oluşumların sayısının çoğalması karşısında, aralarında (henüz ayrılmamış olan) İslam Emirliği unsurlarının da bulunduğu, El-Kaide örgütü üyelerinin, NATO güçleri gözetiminde, Türkiye’de bulunan üç kampta, Şanlı Urfa, Osmaniye ve Karaman’da eğitime alındıklarını açıkladı.

Suudi Arabistan yönetimi Mayıs 2014’te, Irak’ın işgal edilmesi amacıyla, satın aldığı Ukrayna üretimi yeni ağır silahları ve Toyota marka yeni arabaları “İslam Emirliği” organizasyonuna teslim etti. Bu silahların ve arabaların nakliyat hizmeti Türkiye gizli servisleri marifetiyle, özel bir trenle gerçekleşti.

* Irak Kürdistan’ı Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani Irak topraklarının Irak Kürtleri ve İslam Emirliği organizasyonu tarafından işgal edilmesini koordine etmek üzere 27 Mayıs’ta Amman’a gitti. Amman’da 01 Haziran’da, çok sayıda Sünni partnerlerin de katıldığı ilave yeni bir toplantı yapıldı.Haziran ayının ilk başlarında, “İslam Emirliği” ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi güçleri saldırıya geçtiler. “İslam Emirliği” organizasyonu, üstlendiği misyon gereği, ABD’nin 2003’te Irak’ı işgali sırasında yapamadığı etnik temizlik faaliyetini yerine getirecek şekilde terör tohumlarını ekmeye başladı. ABD Genelkurmay Başkanlığının 2001’de uygulamaya konulmasını istediği “Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin” yeniden düzenlenmesi tasarısı böylece gerçekleşmiş oldu.


Buyurun yorum sizin!

UYANIN!

Great Reset'çilerin Yeni Dünya Düzeninde Türkiye için planı, ABD gibi bir göçmen ülkesi, Çin gibi ucuz işgücü cenneti olması var.  Bu ko...