ölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Haziran 2021 Perşembe

TERCİH SİZİN

Yaşanan bu son olaylar bir kez daha gösteriyor ki, dünya hızla kıyamet savaşına ve son dünya savaşına doğru gitmektedir.

Planlarımızı, hazırlıklarımızı böyle bir sürece göre yapmak ve yaşantımızı buna göre gözden geçirmek zorundayız!

Neleri hedefliyoruz?

Neleri hazırlıyoruz?

İmkanlarımızı ve vaktimizi nereye kullanıyoruz?

Planlarımızı, hazırlıklarımızı bu sürece göre yapmak, yaşantımızı gözden geçirmek mecburiyetindeyiz!

Yeryüzü firavunlarının cephesi, her çeşidi ile soğuk savaşı, tüm şuurlu ve bilinçli insanlara karşı uyguluyor!

Bu coğrafyaya da baktığımızda ateş gibi sıcak savaş yaşanıyor. Buna sadece seyirci kalıyoruz!

Gündelik basit işlerle, korkularla, dertlerle ve sosyal medyadaki safsata videolarla, televizyon programları ile bizleri ve en önemlisi beyinlerimizi, kalbimizi oyaladıklarını anlamalıyız..!

Bununla beraber bugün gelinen yol ayrımını da fark etmeliyiz!

Çoğunluğun ardından gittiği maddiyat ve çıkar İlişkileri sebebiyle kimse dünyada huzurlu ve mutlu değil!
Ya cenneti ya da cehennemi,

Ya Allah’ı ya da rezilleşen dünya hayatını tercih edeceğiz..!

Anlayana!


20 Aralık 2020 Pazar

KAOS VE FESAT ORTAMINDA YAŞAMAK

Bir yerde kaos varsa, orada her türlü fesat ve fitnenin oluşması kaçınılmazdır.Kaosun olduğu yerde sağlıklı düşünen insanların olması ve yaşaması da mümkün değildir. Genel itibariyle bir parçalanma söz konusu olduğundan; tarafgillik ön plana çıkmakta, insanlar renkten renge girerek, farklı maskeler kullanmaktadırlar.


Kim, neyin tarafındaysa olayları ona göre değerlendirir. Çünkü: bir yerde kaos varsa kanun yok demektir. Kanunun olmadığı yerde adalette olmaz. 


Ortadoğu ülkelerinde yaşanan durum bunu daha iyi gözler önüne seriyor.


Kimse geçmişten ders çıkarmıyor.


Aynı ülkenin insanlarının birbirlerine kırdırılarak içten içe çözülmeleri sağlanıyor.


Her devletin yeraltı ve yerüstü kaynakları, birbirine düşürülen grupların eliyle talan ediliyor.


Değerinden düşük bir fiyata satılıyor…

 

Böyle bir ortamda İslam ve insanlık adına faydalı bir düşüncenin oluşması, yeşermesi de söz konusu olamıyor.


Kuran’ın defalarca vurguladığı aklınızı kullanın emrine karşı, insanlar mantıklarından çok duyguları ile hareket etmeye başlıyor.


“Nitekim birçok memleket vardır ki, o memleket (halkı), zulmetmekte iken, biz onları helak ettik. Şimdi o ülkelerde duvarlar, (çökmüş olan) tavanların üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hale gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ihtişamlı saraylar vardır.” ( Hacc 45 )


Bu süreç, insanları mesafesiz, şartsız Allah - kul ilişkisinden koparıp, şartlı ve mesafeli yöneten - yönetilen beşeri kanun ve otoriteler üzerinden itaat etmeye mecbur bırakıyor.


İnsanlar; şahıs, cemaat, kurum, grup ve partiler üzerinden Allah’a yakınlaşmayı ve iman etmeye teşvik ediliyor.


“Dinlerini parçalara ayırıp grup grup olanlarla senin hiç bir ilişkin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır; sonra onlara durumlarını haber verecektir.” ( Enam 159 )


Durum böyle olunca da şahıslar arasında sınıfsal ve mezhepsel çatışmalar baş gösteriyor.


Toplum bölünür ve daha iyi yönetilir hale geliyor.


Unutulmamalıdır ki! İslam ve İman şahıslar üzerinden değil, Allah’ın verdiği akıl ve literatürlerle gerçekleşir. 

“Bu Kuran; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir” (İbrahim 14/52)


Bunda da her hangi bir zorlama yoktur. Hak ve batıl birbirinden tamamıyla ayrılmıştır.


“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim tabutu inkar edip, Allah’a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiç bir zaman kopmaz. Allah her şeyi işitir ve bilir.” ( Bakara256 )


Bunlara değinmemin amacı kaos ve fesat ortamının zalim ve cahil insanların eliyle oluştuğunun daha iyi anlaşılmasıdır.


Çünkü inancı güzel olan insanların davranışları, yaşam biçimleri ve toplumlarına yansır.


Bugün Koronavirüs ile ilgili yaşanan sıkıntı fesat ile alakalıdır. Tıpkı geçmişte diğer kavimlerin başına gelenler, bugün bizlerin de başına gelmiştir.  


Yeryüzünde bozgunculuk yaparak fesat çıkaranların, Allah’ın istediği şekilde yaşamayıp O’na karşı gelen insanların yaptıklarına karşı çıkma-manın getirdiği sıkıntıları bütün dünya insaları olarak hepimiz ödüyoruz.


“Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü işlemişler, onu bunların imar etiklerinden daha çok imar etmişlerdir. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar, kendi kendilerine zulmetmekte idiler.” ( Rum 9 )


Hepsi yaratılış gereği Allah’ın birer askeri gibidirler. Kuran’da geçen; Nuh, Semud, Hud, Lut, Firavun ve Medyen kavimlerinin helak edilmesinde bu tabiat güçleri asker olarak kullanılmıştır. Tıpkı Nuh ve Firavun kavimlerinin su ile yok olup gitmesi gibi…! Bizler bu tarihi gerçeklerle fazla yüzleşmeyi istemiyoruz. Dünya siyasetini ve kokuşmuş beşeri sistemi konuşmak daha mühim geliyor bizlere..


“Onlara, kendilerinden evvelkilerin; Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri, onlara apaçık mucizeler getirmişti. Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekte idiler” (Tevbe 70)


İşte bu Koronavirüs gibi görünmez mikroplarda, Allah’ın kontrolünde olan birer asker olarak; yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkaran, fesada, haksızlıklara, zulme engel olmayan ve seyirci kalmayı tercih eden biz insanlara topyekün bir hatırlatma ve imtihana tabi tutulma olarak değerlendirilebilir. Çünkü: hiç bir olay Allah’ın kontrolü dışında gelişmemektedir. 


“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilmez. Onlar için Allahtan başka hiç bir yardımcı da yoktur. ( Rad 13/11)


Yeryüzünde bitkiler, hayvanlar, denizler, gökteki cisimler birer alemdir. Bunların hiç fesatlık yaşadığına tanık olmadık. Fesat karada ve denizde zalim ve cahil insanların eliyle ortaya çıkar. İnsan eliyle bitkilerin genine müdahale eder, hayvanları kopyalamaya kalkar, uzayı casus silahlar ve savaş arenasına çevirir. Denizlere kimyasal atıklar atar, nükleer bomba denemeleri yapar. Ozon tabasını deler ve fesadı her yere insanlar yayar.


“İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah dönüş yapsınlar diye işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor. İnsanlık dışındaki bütün varlıklar, bitkiler, hayvanlar yer ve gök, denizler hiç olumsuz özellikleri ile gözükmezler.” (  Rum 41)


Bunun en temel kaynağı imansızlık ve ahlaksızlıktır. 


Kuran’ın yol göstericiliğinden uzaklaşmış olmaktır. 


Toplumda ki kokuşmuşluğun ve dengede ki sapmanın karşılığıdır. 


Maddeye daha fazla önem vermektir.


Yaşanan fesada engel olma cesareti gösterememektir.


Bu sebeple de zararını iyi ve kötü fark etmeksizin hepimizin çektiği bir durumdur. 


Umarım insanlık bu durumu daha geç olmadan farkında olur…!

17 Eylül 2015 Perşembe

NE SAVAŞLAR GÖRDÜM BU KADAR YARALANMADIM !

Yıl 1992 Cizre… Çocuktum ve iç savaşın pençesinde, gece silah sesleri ve gündüz sokağa çıkma yasaklarında çocukluğumu bulmuştum. Gündüzleri ekmek bulmak için çıktığımız sokağın duvarında yolu izlerken, diplerinde patlamamış kurşunlarla oyun oynardım…

Patlamış kurşunları toplar, kovanları toprağa gömerdim…

Her taraf kurşun izleri, tank ve panzerler…

Dedim ya çocuktum…

Yine akşam olurdu gömülürdü insanlarım kendi hapishanesine!

Cizre artık bir ölü şehir, içindekilerde yaşayan ölülerdi..

Ben çıkardım dışarı... Çünkü masum ve günahsızdım!

Beni vuran ne için vuracaktı ki?

Kiminle görülmemiş bir hesabım vardı?

Ama fark etmemiştim çalınanın çocukluk ve gençliğimin olduğunu!

Zaman geçtikçe ve ilerledikçe büyüdüm… Yaşananların izleri kaldı beynimde!

Cizre küçük bir yerdi ama görüş açımı genişletmişti…

Yıl 2015 Cizre… 4 Eylül’de yine aynı yerde aynı şehirde, anonslar geçti sokağa çıkma yasağı var diye…!

Yine çocukluğum geldi gözlerimin önüne, değişmez bir kaderimiydi bilinmez ama herkes için karanlık ve hüzün dolu topraklardı bizim buralar…

Mezopotamya bu..!

Renk renk çiçeklerin açtığı halk bahçesi gibiydi. Ama ne yazık ki talan edilmişti…

Sanki Nuh Peygamber, El Cezeri, Mem u Zin ve insanlık yaşamamıştı bu topraklarda…

1992’de gazeteler manşet atarken “İnsanlık Sürükleniyor” diye,

2015’te bu defa İnsanlık Derin Dondurucuda kaldı günlerce…

Ezanlar susturuldu, çocuklar ekmeksiz, susuz, cenazeler bekletildi evlerde…

Panzerler anons etti  “Hepiniz Ermenisiniz” diye…

Yine ülke ölüm cenderesi! Yine ateşe yürüdü insanlık benzinle…

Yine gidenler bir ananın evladı, kiminin canı, kiminin babası…

Aslında kıyametin habercisiydi bu giden canlar…

İslam dini insan hayatını korumuş, cana kıymayı Allah’a inkârdan sonra büyük suçlardan kabul etmişken,

İnsan öldürmenin haram olduğuna dair pek çok Ayet-i kerime açık ve net belirtmişken,

“Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin” ( İsra 33)

“Kim bir Mümini kasten öldürürse, onun cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük bir azap hazırlamıştır” ( Nisa 93)

“Kim bir cana kıymamış ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir kimseyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.” ( Maide 32 )

“Onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Bunları yapan cezaya uğrar. Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada alçaltılmış olarak temelli kalır.” ( Furkan 68-69)

İnsanlar tarih boyunca gelen bu acıları miras alacak ne yaptı?

Bu kadar ucuz bir ölümün içine itilerek,

90’lı yılların berbat anılarının eşliğinde,

Yasaklar içinde yeniden nasıl yaşam bulacak?

Bu ülkede geleceğinden nasıl endişe etmeden yaşayacak?

Yüreğim acıyor!

Ne savaşlar gördüm, bu kadar yaralanmadım…


Kalsın benim hesabım mahşere, kirlettiğiniz dünya size kalsın…

ORTADOĞU'DA PARÇALANMALARA DOĞRU

Ülkenin ve bölgenin her yanı yine yangın yerine döndü. Seçim sonrası oluşan ekonomik ve siyasi istikrarsızlık, içinden çıkılmaz bir duruma dönüşmeye devam ediyor. Bu meseleye siyasilerden çok artık halkın bilinçli olarak müdahale etmesi gerekiyor. Aksi halde bu sürecin dejenere olma riski çok yüksek.
Her gün yaşanan trajedik olayların haber olarak sunulması, yazar ve yorumcuların ülke meseleleri üzerinde kafa karıştırıcı fetvalar vermesi, ülkede başlayan yıkımı hızlandırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Ortadoğu’ya yön verme hayalleri ile günden güne gençlerimiz ölüyor ve değerlerimiz yok ediliyor.
İnsanın canı bu ülkede ve bölgede hiçe sayılıyor!
İnsanlar neden ve niçin öldüğünü bile bilmiyor!
Mesele tam anlamıyla İslam’da değil!
Ortadoğu’da, Politik İslam ta baştan itibaren bu bölgede kolonyalist / emperyalist odaklar tarafından araçlaştırıldı, manipüle edildi. Bugün ülkede kendisine Müslümanım diyen bazı kesimler bile, bölgede yaşanan gerçekleri siyaset penceresinden yorumlayarak objektif bir bakış açısından uzaklaşıp, zulme ve şiddete sessiz kaldı. Hatta bu yıkıma destek vermek için başa gelen partilere oy verdi. Dolayısıyla sorunun bu veçhesini hiç bir zaman akıldan çıkarmamak gerekir.
İkinci Emperyalistler arası savaş sonrasında, özellikle de 'soğuk savaş' döneminde din (İslam)ulusal/ilerici/demokratik/ sosyalist hareketleri etkisizleştirmenin, Sovyet sistemini çökertmenin bir aracı olarak kullanıldı. Birçok siyasi aktör bu süreçten sonra sahneye alındı.
George Friedman“Gelecek 100 yıl” adlı kitabında, ABD’nin sorunlu bölgeleri ele geçirmekten çok burada kaosun daha da artmasını sağlamaya çalıştığını ve bunun ABD için daha avantajlı bir durum olduğunu söylüyor.
ABD’nin bölgede çıkardığı bu kaos ortamı açık ve net olarak bu kitapta geçen gerçekleri daha iyi gözler önüne seriyor. aldatılmaya hazır bir sistemde yaşayan insanlarımız çok kolay kandırılabiliyorlar.
Bölgede yaşayan halkların kendi ayakları üzerinde durmaları engelleniyor ve yeni kaos stratejileri devreye sokularak, bölgeyi din, mezhep, etnik, aşiret vs. düşmanlık temelinde sürekli çatışma ortamına dönüştürüyorlar.
Bölgede parçalanmalar hızlanırken, huzursuzluklar ve ölümler artarken, büyük boyutta İsrail'in güvenliği de Ortadoğu’da sağlanmış oluyor.
Bu sebeple radikalleşmeyi dinde değil, onu yorumlayanlarda aramak gerekir. Her gün televizyon programlarında boy gösterenler, Allah’a ve İslam dinine değil, sadece şeytani siyasete alet olarak halkı kandırmak ve iktidara yaranmak adına bu görevi yapıyorlar.
Benzer fanatizmler ve radikalleşmeler pek âlâ başka dinlerde de ortaya çıkabiliyor... Elbette belirli bir tarihten sonra İslam Dini kendini yenileme yeteneğini kaybetti, Şuanda gerçek İslam yaşanmıyor, sadece yaşandığı zannediliyor. Çünkü: Allah’ın emir ve yasaklarıyla yönetilen herhangi bir ülke yok. 
Sadece adı Müslüman olan devletler var. Bu sebeple Ortadoğu ülkeleri hep acı içerisinde kıvranıyor. İslam toplumları kapitalist modernitenin meydan okumasına cevap vermekte yetersiz kaldı; ama nihai analizde Ortadoğu toplumlarının içine sürüklendiği çıkmazı, sadece dinle açıklamak asla uygun değildir. 
Bölgenin durumunu, hakim ekonomilerle, Batı emperyalizmiyle bağımlılık, hakimiyet, sömürü ve şartlandırma ilişkilerini göz ardı ederek anlamak mümkün değildir.

27 Mayıs 2015 Çarşamba

HASTALIKLI TOPLUM VE HASTALIKLI İNSAN

"Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemelerine karşılık onlara elem verici bir azap vardır." ( Bakara 2/10 )


Türkiye artık şiddet paranoyası içerisinde ömür tüken bir ülke haline getirildi. Okulda şiddet, evde şiddet, toplumda şiddet, televizyonda şiddet, siyasette şiddet, ekonomide şiddet, doğaya verilen şiddet..
Tv karşında her gün bir vahşetin yaşanması, bir katliamın yapılmasını haber olarak izlemekten yoruldu beyinlerimiz...

Kendimizi son dakika haberlerini takip etmekten, siyasilerin boş vaat eden söylemlerini dinlemekten alıkoyamayan bir hastalığın pençesinde cebelleşiyoruz hepimiz...

Şiddetin olağanlaşması ve bu ülkede günlük hayatta sıradanlaşması normal bir durum değil artık. Geçmişi darbeler, savaşlar ve ölümlerle dolu olan bir toplumda ve ortamda sağlıklı insanlara rastlamak ne kadar mümkün ?

İnsanı utandıran manzaralar bu ülkede artarak yaşanmaya devam ediyor. Hasta insanların, yönetici, idareci olduğu bir toplum eseri ! 

O hasta insanlar da bu toplumun eseri...Yetişen nesilde bunun etkisi altında, sorgulamadan, kokuşmuşluğu fark etmeden, bu sistemin bir parçası olmayı kabul etme yolunda...

Yani insanlar doğarken hasta olarak ana rahminden çıkmıyor; Dünya ya geldiği toplumun karnında yaşanan ekonomik, sosyolojik  ve siyasi bunalımların yarattığı hastalıkla sonradan tanışıyor... 

Kimi farkına varıyor ve mücadele etme kararlılığıyla insanca yaşamak için mücadele yolunu seçiyor, kimide ömrü boyunca bu hastalıkla yaşıyor veya yaşamayı kabul ediyor...!

Aslında kimse bu problemin kökünü ve sebeplerini ciddi anlamda dert edinmiyor. 

Sosyologundan, psikologuna kadar, toplumu hasta eden bu sorunların kaynağına inmeyi akıl eden ciddi kimselerde yok...

Eğer ülkenin en üst tepesinden, en altına kadar genelleşmiş bu şiddet hali, hastalıklı bir toplumun ortaya çıkardığı tabloyu göremiyorsa, yeni bir Türkiye hayali kuranların biraz daha gerçekçi düşünmesi lazım!

Bu toplum neden böyle oldu? 
Neden ve nasıl bu hale geldik?  gibi soruları tartışmaya açmak ve gerçeklerle yüzleşmek lazım...

Sadece yüzeysel bir sorunmuş gibi panellere, seminerlere, tv programlarına,raporlara dökülen söylemlerde kalmak yetersizdir.Bu hastalıkların sebepleri  araştırılmalı ve biran önce toplumun herkesimini de sürece dahil ederek, müdahale süreci başlatılmalıdır.

Aksi taktirde özellikle böyle bir yer  (Ortadoğu'da) ve  zamanda (Bölgesel siyasi ve ekonomik istikrarsızlık,savaş vs.) ABD gibi kapitalist güçlerin yıllardır devrede olduğu ve toplumları iyileştirmek (Demokrasi) adına yaptığı ameliyatların faturalarından, ülke olarak bizlerde payımıza düşeni almaya başlarız.

Bu sebeple, toplumdaki hastalık haline gelmiş sorunlarımızı çözmenin yolu, sistemin değişmesi ile alakalıdır. Çünkü bu sistem de yaşayanlar,  hayatından pek umutlu ve mutlu değiller..Yani çoğunluğu böyle düşünüyor. Herkes artık burnundan solur hale gelmiş ve sinir hastası olma yolunda şiddete eğilimli bir iç dünyada yaşıyor.

Bu bireysel ve toplumsal ruh hali bizleri yönetenlerin pek dikkate aldığı bir durum değil! Çünkü: toplumun bu halde gelmesinin en temel sorunu bizi yönetenlerdir. Onlar her şeyden önce oy kapma ve koltuk yarışındalar. Ölenler, öldürülenler, evinden yurdundan edilenler, hapse girenler...

Bu ülkede yıllarca dökülen kanlar, ağlayan analar, Ortadoğu'daki halkların yaşadığı  içler acısı vaziyetler vs. bunların hepsi kendiliğinden oluşan şeyler değil. Bu kararları verenlerin ruh hali...! 

Bugün ki toplum hasta ve yetersiz politikacıların aldığı kararlar neticesinde bu hale geldi.Aslında onların yaşadığı ruh hali, toplumun içinde bulunduğu tablonun derinliğini daha iyi gözler önüne seriyor.

Yegane değerin para olduğu, mal-mülk olduğu, mevki makam olduğu, başka hiç bir değerin geçerli olmadığı bir toplumda, barıştan, huzurdan, tertemiz inançtan, refahtan, huzurdan, bereketten, adaletten, vicdandan söz etmek mümkün değildir!

İnsanların ruh halini cinnete çeviren, fuhşa sürükleyen, insan öldürten, inançlarını sömüren,  geçerli bir ekonomik  - sosyo - politik sistem içerisinde, potansiyel suçlu, potansiyel düşman haline getirilerek  normal bir beyinle yaşamak yada yaşadığını varsaymak mümkün müdür?

İnançlı yada farklı inançlara mensup her düşünceden kesimin yaşadığı ortak sorun, gelir adaletsizliği, sistemin normalmiş gibi işleyişi, insanların önemlice bir kısmını bir işten, bir gelirden, birçok şeyden mahrum edilerek yaşamaya mecbur bırakmak sistemin hastalığının çok yönlü göstergesidir.

Hani devlet toplum yararının hizmetindeydi diye eski bir söz vardı. Devlet oldum olası özel çıkarların hizmetinde olmuştur. Aynı günümüzde yaşanan örnekler gibi! 

Halkın oylarıyla elde ettiği iktidar gücünü,mülk sahibi ve kendi gibilerine peşkeş çekerek rant elde etmesi ve onları halkın alt kesimindeki zararlı sınıflar olarak nitelendirilen kesimlere karşı asker ve polisi ile koruması,kendi vatandaşlarının haklı eylemlerine de polis baskısıyla müdahale etmeleri, şiddet toplumunun yaratılmasına zemin hazırlamaktadır.

Para ve maddi zenginlik yegane değer mertebesine yükseltilirken, bir tapınma ve ilahlaştırma aracı haline gelmişken, bu ülkenin ortak değerleri sadece iktidar ve çevresi tarafından yağmalanırken, işsizlerin, yoksulların, yaşamak için, bu zalim ve hasta sistemin emrine köle edilmeleri, şiddetin katlanarak yaklaştığını haber veriyor.

Her geçen gün hayat daha da pahalandırılıyor ve geçimsizlikler çığ gibi büyüyor. Tüketim için alternatifler artırılıyor. Millet fakirliğini evinde sofrasında karın tokluğuna yaşarken, bu defa reklamlar, diziler, programlar, devreye sokuluyor. 

İnsanlar televizyonlarda gördükleri yaşamlara özendiriliyor ve satın alma istekleri psikolojik olarak devreye sokuluyor. İnsanların çoğu asi olmaya ve yaşamak istedikleri hayatı yaşamaya zorlanıyor. 

Bu hasta sistemin insanlar üzerinde yarattığı tatminsizlik duygusu, eksiklik duygusu,yoksunluk duygusu gibi tohumların insan beynine serpilmesi ve sonrasında yeteneksiz oldukları, çaresizlik bilincinin kökleşmesi sağlanıyor...

Böylece Allah'ın yarattığı kullar olarak geleceğe umutla bakma duygularımız köreltiliyor.

Böylelikle kapitalist sistemin yarattığı tüketim ve özenti çılgınlığı, aile yapılarının da çözülme sürecini başlatıyor...

Bununla beraber boşanmalar, kadın şiddeti, cinayetler, evden kaçmalar, suça karışmalar vs. artış gösteriyor.  Faşist sistemle propagandalar yapılarak, toplumlar ayrıştırılıyor...

İnsanların çoğunun sosyo-ekonomik problemler içerisinde ite kalka ömür tüketmesinin asıl sebebi, onları buna layık gören sistem ve rejimdir. 

Ülkeyi yönetenlerin toplumun gerçek sorunlarına yabancı kaldıkları açıkça ortadadır. 
 
Bizi yöneten ve hazinenin anahtarını elinde bulunduranlar, daha çok baskı, şiddet, kutuplaşma ve toplumun bir yarısını diğer yarısına düşman ederek iktidarlarını, koltuklarını muhafaza edebileceklerini sanıyorlar. 

Bir çok kitleleri de buna inandırarak peşlerinden sürüklemeyi başarıyorlar. Toplumu Müslüman - Laik, Kürt - Türk, diye ayrıştırıyorlar. Bize oy verenler ve vermeyenler, bizim gibi düşünenler ve düşünmeyenler anlayışını körükleyerek ömürlerini şiddetten beslenerek uzatıyorlar.

Yeni iç güvenlik yasaları çıkararak, toplumda yaşanabilecek baskılara yönelik bir ilaçmış gibi sunmayı hedefliyorlar. Yaklaşan seçim sürecinde, dillerindeki söylemlerle toplumsal krizi derinleştirmeyi ve ondan beslenerek,  bir dönem daha bu hasta toplumun dertlerine derman olacaklarını düşünüyorlar. 

Bunu da siyasi tahribatlar büyütülmeden, yoksulluk ve sefalet azdırılmadan, kutuplaşma ve şiddet devreye sokulmadan başaramayacaklarını çok iyi biliyorlar...

UYANIN!

Great Reset'çilerin Yeni Dünya Düzeninde Türkiye için planı, ABD gibi bir göçmen ülkesi, Çin gibi ucuz işgücü cenneti olması var.  Bu ko...