Ana içeriğe atla

HASTALIKLI TOPLUM VE HASTALIKLI İNSAN

"Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemelerine karşılık onlara elem verici bir azap vardır." ( Bakara 2/10 )


Türkiye artık şiddet paranoyası içerisinde ömür tüken bir ülke haline getirildi. Okulda şiddet, evde şiddet, toplumda şiddet, televizyonda şiddet, siyasette şiddet, ekonomide şiddet, doğaya verilen şiddet..
Tv karşında her gün bir vahşetin yaşanması, bir katliamın yapılmasını haber olarak izlemekten yoruldu beyinlerimiz...

Kendimizi son dakika haberlerini takip etmekten, siyasilerin boş vaat eden söylemlerini dinlemekten alıkoyamayan bir hastalığın pençesinde cebelleşiyoruz hepimiz...

Şiddetin olağanlaşması ve bu ülkede günlük hayatta sıradanlaşması normal bir durum değil artık. Geçmişi darbeler, savaşlar ve ölümlerle dolu olan bir toplumda ve ortamda sağlıklı insanlara rastlamak ne kadar mümkün ?

İnsanı utandıran manzaralar bu ülkede artarak yaşanmaya devam ediyor. Hasta insanların, yönetici, idareci olduğu bir toplum eseri ! 

O hasta insanlar da bu toplumun eseri...Yetişen nesilde bunun etkisi altında, sorgulamadan, kokuşmuşluğu fark etmeden, bu sistemin bir parçası olmayı kabul etme yolunda...

Yani insanlar doğarken hasta olarak ana rahminden çıkmıyor; Dünya ya geldiği toplumun karnında yaşanan ekonomik, sosyolojik  ve siyasi bunalımların yarattığı hastalıkla sonradan tanışıyor... 

Kimi farkına varıyor ve mücadele etme kararlılığıyla insanca yaşamak için mücadele yolunu seçiyor, kimide ömrü boyunca bu hastalıkla yaşıyor veya yaşamayı kabul ediyor...!

Aslında kimse bu problemin kökünü ve sebeplerini ciddi anlamda dert edinmiyor. 

Sosyologundan, psikologuna kadar, toplumu hasta eden bu sorunların kaynağına inmeyi akıl eden ciddi kimselerde yok...

Eğer ülkenin en üst tepesinden, en altına kadar genelleşmiş bu şiddet hali, hastalıklı bir toplumun ortaya çıkardığı tabloyu göremiyorsa, yeni bir Türkiye hayali kuranların biraz daha gerçekçi düşünmesi lazım!

Bu toplum neden böyle oldu? 
Neden ve nasıl bu hale geldik?  gibi soruları tartışmaya açmak ve gerçeklerle yüzleşmek lazım...

Sadece yüzeysel bir sorunmuş gibi panellere, seminerlere, tv programlarına,raporlara dökülen söylemlerde kalmak yetersizdir.Bu hastalıkların sebepleri  araştırılmalı ve biran önce toplumun herkesimini de sürece dahil ederek, müdahale süreci başlatılmalıdır.

Aksi taktirde özellikle böyle bir yer  (Ortadoğu'da) ve  zamanda (Bölgesel siyasi ve ekonomik istikrarsızlık,savaş vs.) ABD gibi kapitalist güçlerin yıllardır devrede olduğu ve toplumları iyileştirmek (Demokrasi) adına yaptığı ameliyatların faturalarından, ülke olarak bizlerde payımıza düşeni almaya başlarız.

Bu sebeple, toplumdaki hastalık haline gelmiş sorunlarımızı çözmenin yolu, sistemin değişmesi ile alakalıdır. Çünkü bu sistem de yaşayanlar,  hayatından pek umutlu ve mutlu değiller..Yani çoğunluğu böyle düşünüyor. Herkes artık burnundan solur hale gelmiş ve sinir hastası olma yolunda şiddete eğilimli bir iç dünyada yaşıyor.

Bu bireysel ve toplumsal ruh hali bizleri yönetenlerin pek dikkate aldığı bir durum değil! Çünkü: toplumun bu halde gelmesinin en temel sorunu bizi yönetenlerdir. Onlar her şeyden önce oy kapma ve koltuk yarışındalar. Ölenler, öldürülenler, evinden yurdundan edilenler, hapse girenler...

Bu ülkede yıllarca dökülen kanlar, ağlayan analar, Ortadoğu'daki halkların yaşadığı  içler acısı vaziyetler vs. bunların hepsi kendiliğinden oluşan şeyler değil. Bu kararları verenlerin ruh hali...! 

Bugün ki toplum hasta ve yetersiz politikacıların aldığı kararlar neticesinde bu hale geldi.Aslında onların yaşadığı ruh hali, toplumun içinde bulunduğu tablonun derinliğini daha iyi gözler önüne seriyor.

Yegane değerin para olduğu, mal-mülk olduğu, mevki makam olduğu, başka hiç bir değerin geçerli olmadığı bir toplumda, barıştan, huzurdan, tertemiz inançtan, refahtan, huzurdan, bereketten, adaletten, vicdandan söz etmek mümkün değildir!

İnsanların ruh halini cinnete çeviren, fuhşa sürükleyen, insan öldürten, inançlarını sömüren,  geçerli bir ekonomik  - sosyo - politik sistem içerisinde, potansiyel suçlu, potansiyel düşman haline getirilerek  normal bir beyinle yaşamak yada yaşadığını varsaymak mümkün müdür?

İnançlı yada farklı inançlara mensup her düşünceden kesimin yaşadığı ortak sorun, gelir adaletsizliği, sistemin normalmiş gibi işleyişi, insanların önemlice bir kısmını bir işten, bir gelirden, birçok şeyden mahrum edilerek yaşamaya mecbur bırakmak sistemin hastalığının çok yönlü göstergesidir.

Hani devlet toplum yararının hizmetindeydi diye eski bir söz vardı. Devlet oldum olası özel çıkarların hizmetinde olmuştur. Aynı günümüzde yaşanan örnekler gibi! 

Halkın oylarıyla elde ettiği iktidar gücünü,mülk sahibi ve kendi gibilerine peşkeş çekerek rant elde etmesi ve onları halkın alt kesimindeki zararlı sınıflar olarak nitelendirilen kesimlere karşı asker ve polisi ile koruması,kendi vatandaşlarının haklı eylemlerine de polis baskısıyla müdahale etmeleri, şiddet toplumunun yaratılmasına zemin hazırlamaktadır.

Para ve maddi zenginlik yegane değer mertebesine yükseltilirken, bir tapınma ve ilahlaştırma aracı haline gelmişken, bu ülkenin ortak değerleri sadece iktidar ve çevresi tarafından yağmalanırken, işsizlerin, yoksulların, yaşamak için, bu zalim ve hasta sistemin emrine köle edilmeleri, şiddetin katlanarak yaklaştığını haber veriyor.

Her geçen gün hayat daha da pahalandırılıyor ve geçimsizlikler çığ gibi büyüyor. Tüketim için alternatifler artırılıyor. Millet fakirliğini evinde sofrasında karın tokluğuna yaşarken, bu defa reklamlar, diziler, programlar, devreye sokuluyor. 

İnsanlar televizyonlarda gördükleri yaşamlara özendiriliyor ve satın alma istekleri psikolojik olarak devreye sokuluyor. İnsanların çoğu asi olmaya ve yaşamak istedikleri hayatı yaşamaya zorlanıyor. 

Bu hasta sistemin insanlar üzerinde yarattığı tatminsizlik duygusu, eksiklik duygusu,yoksunluk duygusu gibi tohumların insan beynine serpilmesi ve sonrasında yeteneksiz oldukları, çaresizlik bilincinin kökleşmesi sağlanıyor...

Böylece Allah'ın yarattığı kullar olarak geleceğe umutla bakma duygularımız köreltiliyor.

Böylelikle kapitalist sistemin yarattığı tüketim ve özenti çılgınlığı, aile yapılarının da çözülme sürecini başlatıyor...

Bununla beraber boşanmalar, kadın şiddeti, cinayetler, evden kaçmalar, suça karışmalar vs. artış gösteriyor.  Faşist sistemle propagandalar yapılarak, toplumlar ayrıştırılıyor...

İnsanların çoğunun sosyo-ekonomik problemler içerisinde ite kalka ömür tüketmesinin asıl sebebi, onları buna layık gören sistem ve rejimdir. 

Ülkeyi yönetenlerin toplumun gerçek sorunlarına yabancı kaldıkları açıkça ortadadır. 
 
Bizi yöneten ve hazinenin anahtarını elinde bulunduranlar, daha çok baskı, şiddet, kutuplaşma ve toplumun bir yarısını diğer yarısına düşman ederek iktidarlarını, koltuklarını muhafaza edebileceklerini sanıyorlar. 

Bir çok kitleleri de buna inandırarak peşlerinden sürüklemeyi başarıyorlar. Toplumu Müslüman - Laik, Kürt - Türk, diye ayrıştırıyorlar. Bize oy verenler ve vermeyenler, bizim gibi düşünenler ve düşünmeyenler anlayışını körükleyerek ömürlerini şiddetten beslenerek uzatıyorlar.

Yeni iç güvenlik yasaları çıkararak, toplumda yaşanabilecek baskılara yönelik bir ilaçmış gibi sunmayı hedefliyorlar. Yaklaşan seçim sürecinde, dillerindeki söylemlerle toplumsal krizi derinleştirmeyi ve ondan beslenerek,  bir dönem daha bu hasta toplumun dertlerine derman olacaklarını düşünüyorlar. 

Bunu da siyasi tahribatlar büyütülmeden, yoksulluk ve sefalet azdırılmadan, kutuplaşma ve şiddet devreye sokulmadan başaramayacaklarını çok iyi biliyorlar...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ORTADOĞU'NUN DÜNÜ,BUGÜNÜ VE BEKLENEN SU SAVAŞLARI

Haçlı Seferleri, dünya tarihinin en uzun soluklu mücadelelerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Müslümanlar, amaçlarını anlamak konusunda yetersiz kaldıkları bu yeni komşularını, siyasi rakiplerine karşı kullanabilecekleri bir araç gözüyle bakarak fazla önemsememişlerdir.  Haçlılar da bu durumdan istifade ederek belki de umulandan çok daha rahat bir şekilde ana hedefleri Kudüs'e ulaşmayı ve Ortadoğu'ya yerleşmeyi başarmışlardır.   B aşlangıçtaki heyecan, karmaşa ve ön yargılar aşıldıktan hemen sonra tarafların, siyasi gereksinimlerinin aslında birbirlerinden pek de farklı olmadığı gerçeğini idrak etmeleri güç ve iktidar adına yapılan siyasî ittifakları da beraberinde getirmiştir.   Ve bu günümüzde de farklı versiyonlar ile devam etmektedir. Müslümanlar tarafında Nureddin Mahmud b. Zengi, Selahaddin Eyyûbî ve Memlûklar, Haçlılar safında ise IX. Louis ve bazı istisnalar dışında 200 yıllık bu mücadeleye yön veren, seferlerin kaderini etkileyen temel olgu, siyasî ve ekonomik

AÇIN GÖZLERİNİZİ VE ETRAFINIZA BAKIN

Çöpün içinden yemek toplayan, sokaklarda titreyerek uyumaya çalışan, çocuğunun eğitimine parası yetmediği için kendisini öldüren insanların, evine ekmek götürmek için sokakta peçete satan çocukların olduğu ve gençlerin artık karamsarlaştığı bir ülke gerçeğini yaşıyoruz! Bir taraftan kendini İslam’a nispet edip koca saraylarda düğünler yapan, sonunda pislik olarak çıkacak yemeğini koyacağı tabağa binlerce lira verip, sadece birkaç saat giyip bir kenara koyacağı gelinlik için para savuran, gösteriş olsun diye şatafatlı düğün yapan ve komplekslerinden arınamamış ve bunları bir övünç, bir şeref görerek yaşayan milyonlarca insanlar var. Maalesef bize de böyle bir zamanda yaşamak farz oldu. Bu bizim tercihimiz değildi ama oldu! Bunlar Allah’a teslim olduk, biz gerçek bir Müminiz deseler de, bu sadece bir yalan. Bindikleri son model arabalar ile her yıl bunu nasıl yenileyeceğini düşünen tiplerin çoğalması, geçtikleri sokaklarda yoksullar için “Allah versin” edebiyatı yapıp, “Allah’ın vereceği

ÇÜRÜMEYİ FARK ETMEK

  Çürüyoruz!   Hemde öyle rezil ve vakitsiz bir çürümede değil bu!  Herkes hissediyor artık! İçimizde ve dışımızda fark edilmeye başlıyor. Yalnız içinde yaşadığımız toplumun değil, içinde yaşadığımız dünyayı da çürütüyoruz kendimizle beraber. Denizlerimiz, ormanlarımız, ilişkilerimiz, ruhlarımız… Tabi bu sessiz çürümeye kulak tıkayan ve yokmuş gibi davrananlarda var! Sistemin labirent içinde dönüp dolaşıp aynı yere getirdiği çaresizlikteyiz.  Yoldaki işaretler bize çıkış yolunun nereye çıktığını gösteriyor aslında! Ama umursamıyoruz! Kritik düşünmediğiniz sürece, sorgulayıp, araştırmadığınız ve gerçekleri öğrenmediğiniz sürece ve en önemlisi bilinçlenerek hayatınıza korku ve panik pompalayan, sisteme hizmet eden televizyon kanallarının başından kalkıp itiraz etmediğiniz sürece yine tüm kapılar çıkmaza çıkacak ve bizi döndürüp yine o sistem denilen labirentin içine çekmeye devam edecekler. Türkiye’de 24 saat içerisinde gündem olarak nelerin hızla değiştiğini ve tanık