19 Ekim 2014 Pazar

ORTADOĞU'NUN DÜNÜ,BUGÜNÜ VE BEKLENEN SU SAVAŞLARI


Haçlı Seferleri, dünya tarihinin en uzun soluklu mücadelelerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Müslümanlar, amaçlarını anlamak konusunda yetersiz kaldıkları bu yeni komşularını, siyasi rakiplerine karşı kullanabilecekleri bir araç gözüyle bakarak fazla önemsememişlerdir. 

Haçlılar da bu durumdan istifade ederek belki de umulandan çok daha rahat bir şekilde ana hedefleri Kudüs'e ulaşmayı ve Ortadoğu'ya yerleşmeyi başarmışlardır. 

Başlangıçtaki heyecan, karmaşa ve ön yargılar aşıldıktan hemen sonra tarafların, siyasi gereksinimlerinin aslında birbirlerinden pek de farklı olmadığı gerçeğini idrak etmeleri güç ve iktidar adına yapılan siyasî ittifakları da beraberinde getirmiştir. 

Ve bu günümüzde de farklı versiyonlar ile devam etmektedir.Müslümanlar tarafında Nureddin Mahmud b. Zengi, Selahaddin Eyyûbî ve Memlûklar, Haçlılar safında ise IX. Louis ve bazı istisnalar dışında 200 yıllık bu mücadeleye yön veren, seferlerin kaderini etkileyen temel olgu, siyasî ve ekonomik gereksinimlerin etrafında şekillenen karşılıklı çıkar ilişkileri olmuştur. Bu türden ilişkiler ise tarihin her döneminde Ortadoğu bölgesinin kaderini şekillendirmiştir. [1]

Nitekim Haçlı Seferleri sırasında yaşananlarla günümüzde Ortadoğu'da yaşananlar arasında herhangi bir farklılığın olmadığı görülmektedir. Dikkat edilirse,tüm dünya ülkelerinin gözü Ortadoğu'dadır. Her kutup ve sistem kendine göre politikalar geliştirdi, bir biri ile çeşitli ilişkiler kurarak süreç içerisinde ilginç bir dünya düzeni kurdular.

Bölgenin coğrafyası,coğrafya üzerine çizilen sınırlar,o sınırlar üzerine kurulan devletler, her birinin ulus devlet olma özelliği, bu devletlerde sergilenen demokrasi oyunları,ekonomisi,politikası ve en önemlisi yeraltı kaynaklarının paylaşımı ve kaderi emperyalizm tarafından belirlendi. 

Yüzyıl önceden oluşturdukları emperyalist yapı ile günümüze uzanan kirli  bir siyasetle, doku ve dengeler ile sürekli oynandı ve oynanmaya devam ediliyor. İslam adına Müslüman bir coğrafya'da El Kaide, El Nusra, IŞİD vb. gibi İslam ve İnsanlık düşmanı yapılanmalar yaratarak, Büyük Orta Doğu Projesi (BOP), Arap Baharı, Arap Devrimleri gibi türetilerle Ortadoğu'yu yangın yerine çevirdiler ve çevirmeye devam ediyorlar.

Ortadoğu'da kirli politika ve savaşların, tükenen enerji ve petrol kaynakları için yaşandığı gerçeklik göz önünde  bulundurulduğunda; paralel olarak sırayı yine hayati önem taşıyan tatlı su kaynaklarının tahribiyle ivme kazanacak olan su savaşları alacaktır.

Dünya yüzeyinin yaklaşık yüzde 70'i sularla kaplıdır. Mevcut suyun %97'sini okyanuslar ve denizlerdeki tuzlu su oluşturmaktadır. Geriye kalan %3'lük kısmını ise canlıların ihtiyaçlarını karşılayan tatlı sular oluşturmaktadır.Bu %3'lük su miktarının dünya üzerindeki dağılımı da son derece dengesizdir. [2]

Su ve petrol konusunda zengin olan, fakat bölge içinde yıllardır siyasi istikrar sağlayamamış Ortadoğu’da adeta bir çatışma ortamı yaratan su, diğer ülkelere nazaran İsrail’in tekelinde dağıtılmaktadır ve bu durum Ortadoğu’daki birçok ülke için hayati sorunlar yaratmaktadır. Suya ve su kaynaklarına ulaşmak için silahların devreye sokulduğu Ortadoğu’nun durumu, insanlığın geleceği için acı verici bir örnektir.

Su kaynakları ile ilgili gelenek ve yasaların insanlık tarihi ile birlikte doğduğu çeşitli kaynaklarda ifade edilmektedir. Uygarlığın doğup geliştiği bölgelerden biri olan Anadolu ve Ortadoğu; M.Ö. 3000 yıllarından itibaren insanlara sağladığı su kaynağı ve su ulaşım yolları ile temel yerleşim ve uygarlık alanlarından birisi olmuştur.

Su özellikle bu bölgede varlığı ile medeniyetin beşiği olurken, yokluğu da bu medeniyetlerin yıkılmasına yol açmıştır. Bilinen en eski uygarlık, ilk kez Fırat ve Dicle kıyılarında (Mezopotamya) kurulmuştur. Arkeologlar bu bölgede 4200 yıl önce, 300 yıl boyunca etkisini gösteren bir kuraklığın, Ortadoğu'nun ilk uygarlıklarından Akad Uygarlığı'nı çökerttiğini belirlemişlerdir.

Dünya, Ortadoğu gibi hızlı büyüyor. Fransız devriminden itibaren bakacak olursak; 1 milyar olan insan nüfusu 1960’larda 2,5 milyar, 2000li yıllarda ise ortalama 6,5 milyar insan nüfusuna ulaşmıştır. 2014 yılı itibariyle 7 milyar seviyesindedir. En hızlı nüfus artış oranı ise Ortadoğu ülkelerinde görülmektedir. Aynı paralelde Türkiye'nin de nüfusu hızla artmaktadır. 

Nüfus artışı konusunda yakın tarihimize bakacak olursak; cumhuriyetin kurulduğu yıllarda 14 milyon olan Türkiye, 1950 yılında 20 milyon, 1970 yılında 40 milyon, 1990 yılında 56 milyon nüfusa sahipken 2014 yılında 77 milyon insan nüfusuna ulaşmıştır. Şimdi aşağıda Ortadoğu'nun en önemli su kaynaklarına ve belli başlı krizlerine değineceğiz.

Zengin su kaynaklarına ve petrol rezervlerine sahip olan Ortadoğu'daki başlıca beş su kaynağından beslenmektedir[1].

Türkiye’den doğup, önce Suriye’ye ardından Irak’a geçen Fırat ve Türkiye’den doğup Irak’a geçerken Fırat Nehri ile birleşerek Şattülarap adını alan Dicle Nehri havzası.

İsrail, Ürdün ve Filistin tarafından kullanılan, Golan Tepeleri’nin batısından başlayarak önce Tiberiya Gölü’ne ve oradan İsrail işgali altındaki toprakları geçerek Ölü Deniz’e dökülen Ürdün (Şeria) Nehri havzası.

Lübnan, Suriye ve Türkiye arasındaki Asi Nehri havzası.

Bir kolu Viktorya Gölü’nden, öteki kolu Burundi Nehri’nden başlayan ve Burundi, Raunda, Tanzanya, Kenya, Etiyopya, Uganda, Kuzey ve Güney Sudan ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden geçen Nil Nehri.

Lübnan topraklarında doğup denize dökülen Litani Nehri.

Bu nehirlerden Fırat ve Dicle Nehri’nin toplam su potansiyeli yaklaşık Nil Nehri’ne eşit ve yıllık ortalaması 87.7 milyar m³’tür. Fırat Nehri, Erzurum Dumlu Dağından doğup, ana kaynaklarını Doğu Anadolu Bölgesi’nden alarak Suriye ve Irak topraklarına geçmekte, Dicle Nehri’yle birleştikten sonra Şattü’l Arab adını almaktadır[2]. 

Nehir, yıllık ortalama akımı olan 31.6 milyar m3 suyun %90’ını Türkiye’den, %10’unu da Suriye topraklarından almaktadır[3]. 

Irak’ınsa bu nehre herhangi bir katkısı yoktur. Dicle Nehri, Doğu Anadolu’da Baba Dağı’nın güney eteklerindeki kaynakların birleşmesiyle meydana gelir. Ambar, Kuru, Pamuk, Hazro, Batman ve Garzan Çayları ile beslenerek Habur’dan Irak’a girer[4]. 

Yıllık kapasitesi 48.67 milyar m3 olan bu nehre Irak’ın katkısı %52, Türkiye’nin katkısı %48’dir ve Suriye’nin herhangi bir katkısı yoktur[5].

Ürdün Nehri’ninse yıllık ortalama su miktarı 1.4 milyar m³ olup, Fırat ve Dicle’nin veya Nil Nehri’nin taşıdığı su miktarının ancak %1.5’ine tekabül etmektedir[6]. 

Yüz ölçümü 18.000 km²’dir. Bu alanın %54’ü Ürdün’de, %30’u Suriye’de, %14’ü İsrail’de ve %2’si Lübnan’da bulunmaktadır. Nehir sularınınsa %27’si Ürdün’den, %32’si İsrail’den, %31’i Suriye’den ve %10’u Lübnan’dan kaynaklanmaktadır. İsrail, Ürdün, Filistin, Suriye ve Lübnan arasında çatışmalara neden olan Ürdün Nehri, 1967 yılında 6 Gün Savaşları’na neden olmuştur[7].

Dünyanın en büyük dördüncü nehri olan Nil Nehri havzası dokuz ülke arasında bölüşülmüştür. Bunlar; Burundi, Raunda, Tanzanya, Uganda, Etiyopya, Kenya, Kuzey ve Güney sudan ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti’dir. Nil Nehri’nin sularında hiçbir katkısı olmayan Mısır, yıllık ortalama su miktarı 84 milyar m³ olan Nil Nehri sularının %70’inin kendine ait olduğunu iddia etmektedir. 

Nehrin %80’ini kullanan Etiyopya ve Sudan ile sorun yaşayan Mısır, Nil Nehri üzerinde ön kullanım hakkı[8] olduğunu ileri sürerek kullandığı suyu paylaşmak istememektedir[9].

Mısır ile Sudan arasında Nil Nehri ile ilgili yapılan ilk antlaşma 1929 yılında imzalanmıştır. Bu anlaşma ile yılda 4 milyar m³ su Sudan’a bırakılırken, Mısır’a yıllık 48 milyar m³ su tahsis edilmesine karar verilmiştir.1959 yılında yapılan ikinci anlaşmada Etiyopya’nın bu nehir üzerinden su kullanımına büyük ölçüde kısıtlama getirilmiştir[10].

Litani Nehri, Lübnan’ın Bekaa vilayeti sınırları içinde doğmakta ve Bekaa Vadisi’ndeki tarım alanlarını sulamaktadır. Ortadoğu’nun diğer su kaynaklarından farklı bir statüde olan Litani Nehri, doğduğu ülkenin topraklarından çıkmadan Akdeniz’e dökülmektedir. Nehrin yılda taşıdığı su toplamı 700 m³’tür. Bu su tutarı, İsrail gibi su sıkıntısı çeken ülkeler için ilgisini bu bölgeye çekmektedir[11] 

Uluslararası bir akarsu olmamasına rağmen İsrail bombardımanı ile bu Nehir üzerindeki barajlar zarar görmüştür. İsrail’in, uluslararası bir akarsu haline getirmek istediği Litani Nehri’ni Ürdün Nehri ile birleştirme amacı vardır.[12].

Yakın dönemde ve günümüzde petrol gibi enerji kaynakları ekseninde çatışmaların yaşandığı Ortadoğu böyle giderse bir de su için savaşacak. UNESCO'ya göre Ortadoğu'da su kaynakları için çıkabilecek olası çatışmalar şöyle:

Fırat ve Dicle için Türkiye, Suriye ve Irak arasında çatışma olasılığı görülüyor.

Şeria Nehri için ise Ürdün, İsrail, Lübnan ve Filistin arasında anlaşmazlıklar var ve çatışma olasılığı bulunuyor. Afrika'da ise Nil Nehri'nin Mısır, Etiyopya ve Sudan arasındaki bir su savaşına neden olması hiç de uzak bir ihtimal değil.

Litani gibi Bekaa Vadisi’nden doğan Asi Nehri, Litani’den farklı olarak Lübnan dışında Türkiye ve Suriye’yi de ilgilendirmektedir. 

Toplam uzunluğu 228 km olan Asi Nehri’nin 40 km’si Lübnan’da, 140 km’si Suriye’de, 88 km ise Türkiye’de bulunmaktadır. Su kaynağının %6’sı Lübnan, %92’si Suriye ve %2’si Türkiye’deki sulardan oluşur. Su kaynağının %98’i Lübnan ve Suriye tarafından, kalan %2’lik kısmıysa Türkiye tarafından kullanılmaktadır.

Orta Asya'da ise Aral gölü etrafında Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Kırgızistan arasında bir hesaplaşma olasılığı var. Güney Asya'da Wular Barajı ile ilgili Hindistan-Pakistan gerilimi var. Farraka barajı için Hindistan ile Bangladeş geriliyor. 

Mahakali Irmağı ise Nepal ile Hindistan'ın arasında el bombası gibi duruyor. Güneydoğu Asya'da Mekong Irmağı'nı denetleyecek barajlar yapmaya kalkışan Kamboçya, Çin, Laos, Myanmar, Tayland ve Vietnam'ın karşı karşıya gelme olasılığı var.

Güney Afrika'da Bostwana ve Namibya birçok kez su için çatışmanın eşiğine geldi.
Libya'nın tükettiği fosil sular ise Cezayir'i geriyor. ABD ile Meksika arasındaki Kolorado Irmağı suyunun paylaşımı sorunu da bir dinamit gibi ortada duruyor.

Uruguay, Arjantin, Brezilya ve Paraguay'ı kapsayan La Plata da Güney Amerika'nın da çatışma olasılıkları içinde yer alabileceğini gösteriyor. Tarih boyunca su ile ilgili sebeplerden yaşanmış kimi anlaşmazlıklar, çatışmalar ve bölgesel ayaklanmalar da oldu.

1990 yılında Atatürk Barajı'nın yapımı için bir süre Fırat'ın sularının akışı engellendi. Suriye ve Irak Türkiye'yi protesto etti ve barajın Türkiye için bir savaş silahı olduğunu savundu.

Yine 1990'lı yıllarda Turgut Özal, PKK'ye destek verdiği gerekçesiyle Suriye'yi uyardı ve suyu kısıtlamakla tehdit etti. Sadece 2014 yılı içinde olan olaylar bile endişe verici.

Yukarıda bahsi geçen konular, dünyada yaşanmış ve yaşanacak olan savaş sebeplerinin yalnızca petrol ve yeraltı kaynakları için olmadığını, gelecekte de olmayacağını göstermektedir. Ortadoğu, petrol ve diğer doğal madenler açısından maddi olarak zengin bir bölge olmasının yanında, insanlık tarihinin başladığı yer ve ilk medeniyetlere ev sahipliği yapmış olması bu bölgeye manevi olarak da ayrı bir önem katmaktadır. 

Tek tanrılı dinlerin kutsal mekanlarını içinde barındıran Ortadoğu, tarihi boyunca hakimiyet savaşlarına sebep olmuştur. Dünyanın en önemli su yollarının bu bölgede olduğunu da göz önünde bulundurursak, hakimiyet savaşlarının şekil değişikliği ile devam ettiğini ve edeceğini söyleyebiliriz.

Zamanın egemen güçleri, Lozan anlaşmasıyla birlikte Türkiye sınırlarını belirlerken suyun öneminin yeterince fark edebilselerdi, petrol rezervlerinde olduğu gibi su kaynaklarını da Türkiye sınırlarının dışarısında bırakırlardı. Kısaca dünya su dağılımına bakarak Türkiye'nin bu konudaki önemine, alınması gereken stratejik önlemlere acilen ihtiyaç duyulmaktadır.














KAYNAK
[1] Aydın USTA, Çıkarların Gölgesinde Haçlı Seferleri (Müslüman-Haçlı Siyasî İttifakları)
[2] www.harpak.edu.tr/saren2/files/GSD/guv_str_sayi_3_haziran2006.pdf
[3] OKYAY, Cem; Türkiye ve Ortadoğu’da Güncel Gelişmeler Işığında Su Sorunu, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Gebze, 2012, s. 29.
[4] ILGAR, Rüştü, KHALEF, Salem, “Türkiye’nin Sınır Aşan Akarsu Anlaşmalarına Coğrafi Açıdan Bir Bakış”, Marmara Coğrafya Dergisi, sayı 10, İstanbul 2004, s. 62.
[5] http:www.orsam.org.tr/tr/SuKaynaklari/MerakEdilenler.aspx?SoruID=6, (27.10.2012).
[6] ACAR, Eray, “Avrupa Birliği’nin GAP ve Su Sorununa Yaklaşımı Çerçevesinde Fırat ve Dicle Nehirlerinin Yönetimi Üzerine Tartışmalar”, Güvenlik Stratejileri Dergisi,  Sayı 4, 2006, s. 71.
[7] KARADAĞ, Aybike Ayfer, UZUN, Osman, “Havza Yönetimi ve Türkiye’nin Sınır Aşan Su Politikalarına Etkisi”, s. 10.
[8] OKYAY, age, s. 33.
[9] KESİK, Ünsal; Ortadoğu’da Su Sorunu ve Türkiye’nin Sınır Aşan Suları, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bolu, 2009, s. 86.
[10] Ön kullanım üstünlüğü doktrine göre; bir ülke kendi topraklarından geçen suyu, diğer kıyıdaş ülkeden önce kullanmaya başlamışsa bu kullanıma devam ettiği sürece öncelikli olarak o sudan kullanma hakkına sahiptir ve diğer kıyıdaş ülke bu hak durumunu gözetmelidir.
[11] OKYAY; age, s. 33.
[12] KESİK, age, s. 83.
[13] ULUATAM, Özhan; Damlaya Damlaya Ortadoğu’nun Su Sorunu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1998, Ankara, s. 96.
[14]KESİK, age, s. 93.
[15] ULUATAM, age, s. 98.


[16] AKMANDOR, M. Neşet, “Su Kaynaklarımız ve Sınır Aşan Akarsuların Yeri ve Önemi”, http://www.parsmakina.com/makaleler.php?sayfa=56, (10.11.2012).