7 Ağustos 2025 Perşembe

SESSİZ KUŞATMA: TÜRKİYE NEDEN BUGÜN BU HÂLDE?


Servet Ünal • Toplum Dönüşüm Mimarı | Kolektif Bilinç Yazarı | Stratejisit


Kodlarımın geliştiği yer olan Cizre’de tanıştım hayatla. Orada şekillendi hafızamın kökleri; zaman, aidiyet, direnç ve sessiz isyan orada yazıldı içime. Bugün ise İsviçre’de, dünyanın görünmeyen akışını izliyor, satır aralarına gizlenen yeni düzenin ayak seslerini anlamaya çalışıyorum.


Bu yazı, doğduğum topraklarla bugünün küresel gerçekliği arasında kurduğum zihinsel bir köprüdür. Çünkü mesele sadece Türkiye değil; insanlık büyük bir krizden geçiyor. Ekonomiyle, siyasetle sınırlı olmayan; ahlaki, sosyolojik ve psikolojik katmanlara yayılan çok boyutlu bir sarsıntı bu.


MEDENİYET TRAVMASI


Türkiye’de yaşanan kriz, sadece politik veya ekonomik değil; derin bir medeniyet travmasıdır. Değerlerin pazarlanabilir hale geldiği, ahlakın piyasa koşullarına göre ayarlandığı, hakikatin yerini “algı yönetimi”nin aldığı bir sistemin içindeyiz.


Bu, yüzeydeki meselelerle açıklanamayacak kadar köklü bir dönüşümdür. Çünkü bu dönüşüm; bir üretim modelinden öte, bir anlam ve kimlik krizi üzerine kuruludur.


ZİHİNSEL TÜKENMİŞLİK VE KİMLİK KAYBI


Türkiye’de her üç gençten biri depresyon sınırında. Göç etmeyi hayal etmeyen neredeyse yok. Bu, bireysel değil; toplumsal bir tükenmişlik sendromudur.


Sorgulamayan, direnemeyen, konuşmayan bir toplumla karşı karşıyayız. Çünkü anlam yitirilmiş durumda. İnsanlar, kendilerini neye ait hissedeceklerini bilemiyor.


Kimlik bunalımı yalnız kültürel değil; bireyin kendine, inancına, topluma ve devlete olan bağlarını da zayıflatmış durumda. Artık kimse bir “bütünün parçası” gibi hissetmiyor; herkes yalnız, yorgun ve belirsizliğe mahkûm.


GÖRÜNMEYEN EKONOMİK ZİNCİRLER


Türkiye’nin bugünkü ekonomik krizi sadece kötü yönetimle açıklanamaz. Bu, hakkaniyetsizliğin kurumsallaştığı bir düzendir.


Artık insanlar yalnızca geçinemiyor; bir gelecek de kuramıyor. Bu, ekonomik değil, varoluşsal bir buhrandır.


Uluslararası finans sistemi, gelişmekte olan ülkeleri borçlandırma yoluyla sistematik bağımlılığa itiyor. 2001 krizinden sonra IMF reçeteleriyle başlayan yapısal dönüşüm, Türkiye’yi tüketime dayalı bir modele mahkûm etti. Üretmeyen, kendi kendine yetemeyen bir ülke modeliydi bu. Şimdi, o tasarımın bedelini ödüyoruz.


ALGI GERÇEĞİN YERİNE GEÇTİ


Toplumlar yalnızca ekonomiyle değil; kültürle, dille, değerlerle ayakta kalır. Bugün Türkiye’de hızla aşınan da budur: toplumsal hafıza ve ortak kimlik.


Dijital kültür, genç zihinleri yapay gündemlere kilitliyor. Sosyal medyada neye gülüneceğini, neye öfkeleneceğini artık toplum değil, algoritmalar belirliyor.


Eğitim sistemi düşünmeyen, sorgulamayan ama itaat eden bireyler üretmek üzere kurgulanmış durumda. Bu sadece Türkiye’nin değil, tüm dünyanın başına örülen küresel cehalet sisteminin bir parçasıdır.


TOPLUMSAL RUH HALİ: DERİN BİR YORGUNLUK


Toplumlar yalnızca yoksullukla değil; anlamsızlıkla çöker. Bugün Türkiye’de güven duygusu zayıflıyor, komşuluk kültürü silikleşiyor, ortak yaşam bilinci eriyor.


Küresel ölçekte pompalanan “ben-merkezci” yaşam biçimi, insanı yalnızlaştırıyor. Aidiyet yitirilince toplum çözülüyor. Geriye; müdahaleye açık, kırılgan bir yapı kalıyor.


ÇÖZÜM NEREDE?


Bugünkü kriz, yalnızca yeni seçimler, vaatler ya da yüzlerle aşılabilecek bir sorun değil. Gerçek çözüm, daha derin bir değişimi gerektiriyor:


1. YENİ BİR AHLAKİ ZEMİN


Toplum, yukarıdan aşağıya değil; vicdandan sisteme doğru yeniden inşa edilmeli. Bu sadece dini değil; evrensel ve insani bir ahlak tahayyülünü gerektiriyor.


2. EĞİTİMİ YENİDEN TANIMLAMAK


Ezber değil, eleştirel düşünce. İtaat değil, hakikat arayışı. Başarı tanımı değişmeli: Kazanç değil, katkı.


3. LİYAKAT VE ŞEFFAFLIK


Adaletin siyasallaştığı bir ülkede hiçbir reform sahici olamaz. Devlet, medya, akademi liyakat temelinde yeniden inşa edilmeli. Şeffaflık, sadece hesap vermek değil; güven inşa etmektir.


4. KÜLTÜREL DİRENÇ VE SANAT


Toplum yalnızca kanunlarla değil; kültürle korunur. Tiyatrolar, kitaplar, sinema, düşünce platformları desteklenmeli. Bunlar, bir toplumun bağışıklık sistemidir.


5. YURTTAŞLIK BİLİNCİ


Yurttaş olmak yalnızca oy vermek ya da vergi ödemek değil; sorumluluk almak demektir. Her birey, toplumun ruhunu taşıyan bir hücre gibi hareket etmeli.


Krizler, aynı zamanda yeniden doğuş fırsatlarıdır. Türkiye bu karanlıktan çıkabilir. Ama bu, yalnızca yukarıdan değil; aşağıdan gelen bir bilinç dalgasıyla mümkün.


Yeni bir siyaset, yeni bir ekonomi, yeni bir toplum tahayyülü gerekiyorsa… bu önce insanda başlar. Çünkü insan değişirse, her şey mümkündür.


İnsan, sistemle mücadele ederken önce kendi içinde hesaplaşmalı; çünkü “kendi kendini değiştirmeyen toplumlar, değişime açık değildir.” Bu gerçeği Yüce Allah Kur’an’da açıkça belirtir:


“Şüphesiz ki Allah, bir toplumu, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez.”

(Rad Suresi, 11. Ayet)

Bu ayet, sadece bir öğüt değil; bir direniş çağrısıdır. Çünkü ancak birey ve toplum, kendi bilinç ve değerlerini dönüştürdüğünde; özgürlük, adalet ve umut gerçek anlamını bulur.

Gelecek kuşaklar çocuklarımız, bizim yaşadığımız alışkanlıklar, refleksler ve sınırlarla değil, daha geniş, daha derin bir bilinçle yetişmeli. Yeni dünyanın karmaşık yapısına ayak uydurabilecek, insanlığın ortak sorunlarına karşı duyarlı, barışçıl ve adaletli bireyler olarak yetişmeli.


İşte bu nedenle, İsviçre’den Türkiye’ye, dünyaya sesleniyorum: Artık uyanma ve değiştirme zamanı. Sorgulayalım, güçlenelim, iyileşelim ve yola çıkalım.



Saygılarımla