20 Aralık 2020 Pazar

KAOS VE FESAT ORTAMINDA YAŞAMAK

Bir yerde kaos varsa, orada her türlü fesat ve fitnenin oluşması kaçınılmazdır.Kaosun olduğu yerde sağlıklı düşünen insanların olması ve yaşaması da mümkün değildir. Genel itibariyle bir parçalanma söz konusu olduğundan; tarafgillik ön plana çıkmakta, insanlar renkten renge girerek, farklı maskeler kullanmaktadırlar.


Kim, neyin tarafındaysa olayları ona göre değerlendirir. Çünkü: bir yerde kaos varsa kanun yok demektir. Kanunun olmadığı yerde adalette olmaz. 


Ortadoğu ülkelerinde yaşanan durum bunu daha iyi gözler önüne seriyor.


Kimse geçmişten ders çıkarmıyor.


Aynı ülkenin insanlarının birbirlerine kırdırılarak içten içe çözülmeleri sağlanıyor.


Her devletin yeraltı ve yerüstü kaynakları, birbirine düşürülen grupların eliyle talan ediliyor.


Değerinden düşük bir fiyata satılıyor…

 

Böyle bir ortamda İslam ve insanlık adına faydalı bir düşüncenin oluşması, yeşermesi de söz konusu olamıyor.


Kuran’ın defalarca vurguladığı aklınızı kullanın emrine karşı, insanlar mantıklarından çok duyguları ile hareket etmeye başlıyor.


“Nitekim birçok memleket vardır ki, o memleket (halkı), zulmetmekte iken, biz onları helak ettik. Şimdi o ülkelerde duvarlar, (çökmüş olan) tavanların üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hale gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ihtişamlı saraylar vardır.” ( Hacc 45 )


Bu süreç, insanları mesafesiz, şartsız Allah - kul ilişkisinden koparıp, şartlı ve mesafeli yöneten - yönetilen beşeri kanun ve otoriteler üzerinden itaat etmeye mecbur bırakıyor.


İnsanlar; şahıs, cemaat, kurum, grup ve partiler üzerinden Allah’a yakınlaşmayı ve iman etmeye teşvik ediliyor.


“Dinlerini parçalara ayırıp grup grup olanlarla senin hiç bir ilişkin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır; sonra onlara durumlarını haber verecektir.” ( Enam 159 )


Durum böyle olunca da şahıslar arasında sınıfsal ve mezhepsel çatışmalar baş gösteriyor.


Toplum bölünür ve daha iyi yönetilir hale geliyor.


Unutulmamalıdır ki! İslam ve İman şahıslar üzerinden değil, Allah’ın verdiği akıl ve literatürlerle gerçekleşir. 

“Bu Kuran; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir” (İbrahim 14/52)


Bunda da her hangi bir zorlama yoktur. Hak ve batıl birbirinden tamamıyla ayrılmıştır.


“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim tabutu inkar edip, Allah’a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiç bir zaman kopmaz. Allah her şeyi işitir ve bilir.” ( Bakara256 )


Bunlara değinmemin amacı kaos ve fesat ortamının zalim ve cahil insanların eliyle oluştuğunun daha iyi anlaşılmasıdır.


Çünkü inancı güzel olan insanların davranışları, yaşam biçimleri ve toplumlarına yansır.


Bugün Koronavirüs ile ilgili yaşanan sıkıntı fesat ile alakalıdır. Tıpkı geçmişte diğer kavimlerin başına gelenler, bugün bizlerin de başına gelmiştir.  


Yeryüzünde bozgunculuk yaparak fesat çıkaranların, Allah’ın istediği şekilde yaşamayıp O’na karşı gelen insanların yaptıklarına karşı çıkma-manın getirdiği sıkıntıları bütün dünya insaları olarak hepimiz ödüyoruz.


“Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü işlemişler, onu bunların imar etiklerinden daha çok imar etmişlerdir. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar, kendi kendilerine zulmetmekte idiler.” ( Rum 9 )


Hepsi yaratılış gereği Allah’ın birer askeri gibidirler. Kuran’da geçen; Nuh, Semud, Hud, Lut, Firavun ve Medyen kavimlerinin helak edilmesinde bu tabiat güçleri asker olarak kullanılmıştır. Tıpkı Nuh ve Firavun kavimlerinin su ile yok olup gitmesi gibi…! Bizler bu tarihi gerçeklerle fazla yüzleşmeyi istemiyoruz. Dünya siyasetini ve kokuşmuş beşeri sistemi konuşmak daha mühim geliyor bizlere..


“Onlara, kendilerinden evvelkilerin; Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri, onlara apaçık mucizeler getirmişti. Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekte idiler” (Tevbe 70)


İşte bu Koronavirüs gibi görünmez mikroplarda, Allah’ın kontrolünde olan birer asker olarak; yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkaran, fesada, haksızlıklara, zulme engel olmayan ve seyirci kalmayı tercih eden biz insanlara topyekün bir hatırlatma ve imtihana tabi tutulma olarak değerlendirilebilir. Çünkü: hiç bir olay Allah’ın kontrolü dışında gelişmemektedir. 


“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilmez. Onlar için Allahtan başka hiç bir yardımcı da yoktur. ( Rad 13/11)


Yeryüzünde bitkiler, hayvanlar, denizler, gökteki cisimler birer alemdir. Bunların hiç fesatlık yaşadığına tanık olmadık. Fesat karada ve denizde zalim ve cahil insanların eliyle ortaya çıkar. İnsan eliyle bitkilerin genine müdahale eder, hayvanları kopyalamaya kalkar, uzayı casus silahlar ve savaş arenasına çevirir. Denizlere kimyasal atıklar atar, nükleer bomba denemeleri yapar. Ozon tabasını deler ve fesadı her yere insanlar yayar.


“İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah dönüş yapsınlar diye işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor. İnsanlık dışındaki bütün varlıklar, bitkiler, hayvanlar yer ve gök, denizler hiç olumsuz özellikleri ile gözükmezler.” (  Rum 41)


Bunun en temel kaynağı imansızlık ve ahlaksızlıktır. 


Kuran’ın yol göstericiliğinden uzaklaşmış olmaktır. 


Toplumda ki kokuşmuşluğun ve dengede ki sapmanın karşılığıdır. 


Maddeye daha fazla önem vermektir.


Yaşanan fesada engel olma cesareti gösterememektir.


Bu sebeple de zararını iyi ve kötü fark etmeksizin hepimizin çektiği bir durumdur. 


Umarım insanlık bu durumu daha geç olmadan farkında olur…!

8 Aralık 2020 Salı

KORONA VİRÜSLE AKILLANMAYAN İNSANLIĞI NELER BEKLİYOR!



Bu dünyanın ezilen, sömürülen ve öldürülen gerçek sahipleri; yani biz insanlar, tarihsel misyona sahip çıkma ve aklını başına devşirme konusunda bu defa da gecikirsek, vahşet ve barbarlık ve bununla beraber haksızlıkların yaratacağı kaos ortamı kaçınılmaz olacaktır.

Büyük insanlık bu duruma razı olacak mıdır?

Aslında sorun öyle sanıldığı kadar zor da değil, bilinç dünyasını ilgilendiriyor.

İdeolojik ve beşeri köleliği aşabilmekle ilgilidir.

Beyinlerin özgürleşmesi ve Allah’ın yaratılış fıtratı ile alakalıdır.

Bu virüs sarmalı, kapitalist ve yağma sisteminin yavaş yavaş yolun sonuna geldiğini gözler önüne seriyor.

Tabi sömürüldüğünü ve gidişatın böyle sürmeyeceğini farkında olanlar için…

Koronavirüs tüm bu rezilliği, utanmaz yağma ve talanı, akılsızlıkları, saçmalıkları anlamaya, ders çıkarmaya dönüşebilen bir mesaj olarak algılanabilirse, her musibette bir hayır vardır sözü işte o zaman anlam bulacak ve belki de dünyanın gerçek sahipleri ve gelecek kuşaklar kurtulabileceklerdir.

Hayır!

Yeteri kadar ders çıkarılmadıysa eğer işte o zaman korkulan olabilir.

Yaşanan haksızlıkları ve zulmü görmezlikten gelen, sorgulamayan ve tarihsel bilinç seviyesi düşük bir kesimin varlığı sayısal olarak fazla olunca gidişatın felaketide kaçınılmaz olacaktır.

İnsan önce kendi iç politikasını iç dünyasında değiştirmelidir. Duygusunu, düşüncesini, vicdanını ve amacını..!

Kişisel muhasebesini, kirlenmemiş bir vicdanla yapabilmeyi başarmalıdır. Tıpkı camları temiz olan bir pencereden dışarıyı seyretmek gibi…

İşte o zaman dış dünya da yaşanabilir bir hal almaya başlayacaktır. Gelecek kaygısı azalacaktır.

Dikkat ederseniz şehirlerimiz artık yaşanılamaz hale geldi.

Tuhaf karakter ve kişilikte insanlar türemeye ve bununla birlikte ilişkiler yozlaşmaya ve anlamsızlaşmaya başladı.

Dünyayı yöneten, küresel ve ulusalcıların savaş kurallarını, ideolojilerini ve korkularını içselleştiren bilinçsiz kitleler, bu amacı çok iyi yerine getiriyorlar.

Ezilen, sömürülen halkları yönetmek bu algı ile daha kolay oluyor.

Niye? Çünkü: insanlar gerçek Allah’ı tanımıyorlar…

Bu durum, yeryüzünün siyasi ve politik iktidarlarının sürekliliğini, yönetilenler arasında bir gönüllü kulluğa - ideolojik köleliğe dönüştürerek binlerce yıldır sürüyor yada sürdürülüyor.

İnsanlığın bir çoğu hala bu tarihsel gerçekliğe teslim olmuş şekilde doğup, yaşayıp, inanıp ölüyor.

Günümüz dünyası söylemlerin gücü ve algıların kontrol altına alınmasıyla yönetiliyor. Buna en büyük hizmeti kitle iletişim araçları sağlıyor.
Dünyanın heryerinde ki insanlar demokrasinin en doğru rejim olduğuna inanıyor.

Neden?

Söylemin gücü sayesinde.

Gerçeklerin gizlenmesi, yalanın doğrulanması, tahrifat ve olayların iç yüzünün yansıtılmaması ile bunları yapmak mümkün oluyor.

İşte Koronavirüste bu argümanların bir versiyonu yada devamı..

Halen bu beşeri düzenlerin yarattığı çelişkiyi sorgulamaktan uzak bir sürü kitleler var.

Yeni senaryolar yazılıp çizilmeye ve oynanmaya devam ediyor.

İnsanları evlere hapsederek korunabilecekleri ve bununla beraber kontrol edebileceklerini gösteriyorlar.

Siyasetten ekonomiye, eğitimden sağlığa her şeyi ele geçirmiş ve felce uğratmış durumdalar.

Üst aklın dayattığı kural ve kısıtlamalarla hayatta kalabileceğimizi söylüyorlar.

Nasıl mı?

Söylemlerin gücü işte…

Burada insanlığı nelerin beklediğini söylemek çok zor.

Ama korona virüsle birlikte yeni bir dönemin başladığını, insanların korku ve belirsizlikle daha fazla kontrol altında tutulmak istendiğini, bir çok krizi tetikleyeceğini yada hızlandıracağını söylemek daha kolay olacaktır.

İnsanlık, salgının ortaya çıkmadan öncesindeki süreçte bile, ilerlemiş durumdaki birçok tehdit ve sorunla boğuşuyordu zaten.

Özellikle de sisteme teslim olmuş ve söylemlerin etkisi altında kalan ve sayıları giderek artan kitleler sayesinde.

Şimdi bu koronavirüs hızlandırıcı bir etki ile ulusal bölünme ve çatışmaların artmasını, işsizlik, göç, zulüm, haksızlık ve sömürünün daha da derinleşmesine yarayacak.

Bu ürkütücü durum; insanlığın sonunu getirmese bile, insanlığın kaderini elinde tutmaya çalışan zihniyetlerin çökmeye mecbur olan beşeri sistemleri ve ideolojilerinin çarpıklığı arasında daha fazla oyuncak olmamıza zemin oluşturabilir.

Yada bilinçli, temiz akıl sahibi bireyler olarak, yaratılış amacına uygun, Allah’ın istediği kurallar bütünüyle dünyayı daha yaşanılabilir bir yer haline getirebiliriz. 

Bu farkındalık bizi ve bizden sonraki insanlığın, kapitalizim ve diğer beşeri zihniyetlerin ürettiği ideolojilere kul olmaktan kurtarabilir ve bir çıkış yoluna dönüşebilir...

Karar sizin!




Servet Ünal

22 Kasım 2020 Pazar

AİLE YÖNETİMİ


Bu yazımı, son dönemlerde çözülme noktasına gelmiş ve herkesin huzursuz ve şikayetçi olduğu aile kurumunun nereye gittiğini ve aile içi ilişkilerde meydana gelen yozlaşmaların sebeblerine değinme gereği duydum. Bugün yeterince anlaşılamasak ta gelecek kuşaklara ithafen kaleme alma gereği duydum. 


Umarım ki faydalı olur.


Günümüz dünyasında firavunların hakim olduğu bir düzende yaşıyoruz. Bu düzenin yarattığı düzensizlik ve kaos ortamında kimsenin kendisi olmasına ve dilediği gibi yaşamasına imkan verilmiyor.

Bu çağ kimsenin kimseye güvenemeyeceği, bireyselciliğin öne çıkarıldığı bir kirli dönem haline gelmeye başladı. Bunun en büyük amacı aile yapısını yozlaştırmak ve çökertmek.


Evlerimiz ve aile yapımız beyinlerimizle birlikte ciddi bir işgal altındadır.


Evlerimiz, birer kitle imha silahına dönüşmüş kitle iletişim araçları ile sürekli bir bombamdırman altında işgal ediliyor.


Bu durum evlerimize sahip çıkmamızın büyük önem arz ettiğinin işaretidir aslında.


 Ama maalesef ki çoğu insan bunu yeterince farkında değil.


Evlerimizi bu savunmasız düzende birer sığınak veya kale edinerek, tüm fonksiyonları ile kurumsallaştırmamız gerekiyor.


Evlerimizin kıblesini, gündemini, huzurunu ve ruh halini televizyon kanalları, internet ve cep telefonları belirlemektedir.


Çoğu evler eğitim yuvasına benzemiyor. Çağdaş olarak nitelendirebileceğimiz evler daha çok sinemaya, gazinoya, stadyuma, otele ve restoranlara dönüşmüş durumda.


Bu kadar işgal altında olduğunu farkında olamayan aile bireyleri; Bilgisayarda binlerce mil ötedeki insanlarla iletişim kurmasına rağmen, yanı başındakilerle sağlıklı iletişim kuramıyor.


Bununla birlikte anne ve babalar kendilerini ve çocuklarını korumaları ve yetiştirmeleri gerekirken, çocuklarını başkalarına havale ediyor ve böylece ailenin kurumsal yapısı çökmeye başlıyor.

Kurtlara teslim edilen kuzular gibi çocuğunu kimlere teslim ettiğini düşünmüyor kimse!


Çocukları cep telefonu ve oyunlar yönetiyor ve yönlendiriyor. Bunun faturasını ileriki yıllarda kendisi ile beraber toplumda yaşanılması kaçınılmaz olan travmatik ve psikolojik vakaların artışı ile daha net görmeye başlayacağız.


Evlerimizi ve o evlerde yaşayan kadın ve çocuklarımızın manevi değerlerini ihmal etmenin cezasını çekiyoruz.


Toplumun düzelmesi için işe evlerden başlamamız gerekiyor.

Toplumumuzdaki yozlaşma evlerde kendini daha iyi gösteriyor.


Öncelik olarak evleri birer otel ve lokanta halinden çıkarıp, ruhların huzurlu olabilmesi için birer eğitim ve öğretim yeri haline yeniden getirmemiz gerekiyor.

Evlerimiz ölmedenki mezarlarımız haline geldi. 


Evlerde hayat bulmamız ve kendimizi yetiştirmemiz  gerekirken, oralarda yatıyor ve boşa ömür tüketiyoruz.


Çocukların evde ve toplumda manevi yönde örnek alabileceği şahsiyetlere dönüşemiyoruz.

Bir çoğumuz evde başka, dışarda ve işte başka kimliklere ve şahsiyetlere bürünüyoruz.


Sistemin ve hatta cahil toplumun genel geçer kabul ederek yetiştirdiği bukalemun taklitçiliği ile renkten renge girmeyi kabul ediyoruz.


Her ortama ve kişiye başka maskeler taşıyor, insana ve şartlara hangisi uygunsa onu yüzümüze geçiriyoruz. İki yüzlü olmak yetmiyor İkiyüz yüzlü olmanın yollarını arıyoruz.


Mevki, makam, para ve dava sahibi diye geçinen kimselerin evlerinde, insanlık adına birşey yapamadığını görüyoruz.


Bu durum hangimiz için geçerli değil ki! Kendimizi ve evimizi sorgulamamız gerekiyor.


Ailede kadın ve erkek arasındaki kültürel ve manevi uçurumlar her geçen gün daha da artıyor. 


Aile saadeti ve huzuru nostaljik bir ifadeye dönüşüyor ve yeni kuşaklar bu örneği büründükleri dizilerde aramaya başlıyor.


Çocuklar sanki bizim çocuklarımız değilmiş gibi yetişiyor.


Aynı evde aile olmanın önemini, babalık ve kocalık, annelik ve kadınlık rollerinin sorumluluklarını yeterince yerine getiremediğimiz için herkes bireysel takılıyor, herkes özgürce kendi heves ve hislerinin istikametinde hayatını yaşıyor. 


Böylece kendisi ayrı, çocuklar farklı dünyanın insanları olmaya başlıyor. Aile bireyleri sokaktaki insanlar gibi birbirine yabancı, acılarına duyarsız ve ilgisiz hale geliyor.


Evlerimiz birer okul olduğu gibi, aynı şekilde birer huzurevi ve çocuk yuvasına da dönüşebilmelidir. 


Hammadde halinde işlenmeyi bekleyen küçük çocukların, her yönden büyümesini ve gelişmesini sağlayan, onların şahsiyet sahibi birer insan olmasını ve Allah’a kulluk bilinci ile yaşadığı toplumun sağlıklı, üretken ve faydalı bir üyesi haline gelebilmesi için evlerimiz birer fabrika gibi olmalıdır.

Bir çok anne ve baba, çocuklarının bezleri, yeme içemeleri, giyim ve oyuncakları ve hatta mal biriktirerek gelecek için yaptıkları masraflar kadarını, bir o kadarınıda Allah’la olan irtibatlarına, maneviyatlarına, kalplerine ve ruhlarına önem verip harcayamadıklarından evlatları ile olan sınavlarını kaybediyorlar.

Kafa ve gönülleri aç bırakan, hastalıklı düşünce ve inançlarla doldurulmasına sebep olan ve buna izin veren aileler, toplumun bugün geldiği trajedik noktaya en büyük katkıyı sağlamaktadırlar.


Evlerde, eğitim ve öğretim ortamıyla yaşatılamayan ve canlı olarak örneklenemeyen manevi değerleri hakim kılmazsak, sokakları, işyerlerini ve toplumun düzelmesini ve değişmesini bekleyemeyiz.


Toplumu iyileştirmenin en büyük modeli ailedir. 


Ailevi değerlere önem verip ayakta tutamayan kişiler, toplumunda gelişmesine ve ilerlemesine engel olmaktadırlar.Bırakın ellerinizden telefonları, zihninizi işgal eden televizyonların karşısından çekilin ve terkedin anlamsız kişisel olay ve gündemleri.


İlimle meşgul olun. Sizin ve çocuklarınızın dünyası ve ahiret kurtuluşu için Allah'tan duanızın kabul olması için şartlar yaratın.

Gerçeklerle meşgul olun. Batıl ve müşrik inanç sisteminin argümanlarına ne kendinizi, ne ailenizi ve nede inancınızı teslim etmeyin!


Bugünden itibaren bu konuya kendimizden ve ailemizden başlayarak daha fazla önem vermemiz, geç kalmışlığın önüne geçmek için bir adım olabilir.

Saygılarımla 


Servet Ünal 



16 Ağustos 2020 Pazar

X.. Y.. Z.. DERKEN ALFA KUŞAĞI GELİYOR !


Komplo teorileri üzerine sürekli kafa yorarken, aslında yorum yap- mak yerine olayları derin analiz edebilmenin daha önemli olduğunu anladım.
Covid-19 sonrası eğitimden sağğa, ekonomiden sosyal hayata kadar bir çok alanı etkileyerek yeniden restore edilmesini ön gören bu sistemde, üst akıl denilen
karar kılıcıların ne yapmak istediklerini ve insanlığı nereye sürüklediklerini anlamak zorlaşı- yor.
Annelerimizi ve babalarımızı anlayacağımız, kızlarımız ve oğullarımızla daha iyi anlaşaca- ğımız bir dünya beklerken; İnsan ilişkilerinin daha da mesafeli hale geldiği bir döneme hep beraber tanık oluyoruz.Deneyimler üzerinden geleceği ön görmek için işe öncelikle kuşak kavramını inceleyerek başlamalıyız.
Yaşanan dönemleri anlayabilmek bizi geçmiş ve gelecek arasında kurduğumuz bağa sı- kışmaktan kurtarır. Bu sebeple yeni kuşağı bekleyen süreçler üzerine biraz kafa yormak ve sizlerle paylaşmak istedim.Çünkü: Bir kuşağı anlamak, bir dönemi anlamaktır. Her yeni ne- sil, hayatın iktidarında olan orta yaşlı nesilden gördüklerini düzeltmeye veya telafi etmeye çalışır.
Türkiye’de şuan beş kuşak birlikte yaşıyor. Bunların ilki;
1927 - 1945 yıllarında iki dünya savaşı arasında doğmuş olan “ Sessiz ” kuşaktır. Yaşamı- na sıkı çalışmayı, sadakati, saygıyı, geleneklerine bağlılığı ve istikrarı yerleştirmiş kuşaktır. Bugün artık yüzde 90’ından fazlası hayatta yer almamaktadır.
1945 - 1964 yıllarında dünyadaki yıllık doğum hızının büyük artış gösterdiği ve ismini bu- radan alan “ Bebek Bombardımanı ” kuşağıdır. Önce çocuklarına daha sonra ise anne ve babalarına bakan bu kuşak, kalabalık ailelerin belki son temsilcisidir. Kuşaklar teorisine göre rasyonel aklı, düşünmeyi temsil ettiğine inanılır. Ve belki de bu özelliklerinden dolayı, kendilerinden olmayan kuşaklarla da en iyi anlaşan jenerasyondur.
1965 - 1979 yıllarında doğan “X kuşağı”. Kuşak döngüsünde bireyselciliği temsil etmek- tedirler. Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini oluşturmaktadırlar. Bugün iş yaşamında önemli ölçüde liderlik koltuklarında bu kuşağın oturduğunu söyleyebiliriz. Bu kuşak, iş yaşamının ilk döneminde ciddi olmayı öğrenmiş; gülmeyi eğlenmeyi iş şına bırakmış, mücadeleci ve rekabetçi özellikleri olandır kuşaktır. Ayrıca bu kuşak teknolojik gelişmelere mecbur kaldığı
için bu gelişmeler karşısında uyum sağlama emilimi göstermişlerdir. En apolitik olarak ka- bul edilen kuşaktır. Siyasallaşmanın bedellerinin en ağır biçimde ödeyen önceki nesil anne ve babaları tarafından evden olaylara karışma diye okula uğurlanan kuşak olarakta bilinir- ler. Gelişimin her halini gören bu insanlar, yeri gelince tarihi, yeri gelince teknolojiyi yansıtı- yorlar.
1980 - 1999 yılları arasında doğduğu kabul edilen kuşağ“Y kuşağı” diyoruz. Benimde dahil olduğum bu kuşak; Dünyanın evvelce hiç karşılaşmadığı baş döndürücü bir hız ve dehşet verici meydan okuyuşlarla, olaylarla buluştuğu yıllar. İşte bu zorlayıcı bağlamın mi- safiri olarak; 7,5 milyarlık dünyanın yüzde31’i, 82 milyonluk Türkiye’nin yüzde 32’si bu ku- şağa aittir. Bu kuşağın büyüdüğü yıllar, dünya Körfez Savaşı, 11 Eylül vb. Gibi olaylarla di- dişirken. Ülkemizde refah ve kriz dönemlerinin iç içe geçtiği yıllar. İnternet, Cep telefonu, iPod, Playstation gibi teknolojinin hayatımıza girdiği yıllar. Bu kuşak önceki kuşak gibi so- nuca odaklanmak yerine, sürecin tadını çıkarmak isteyen, saygının hak edene sunulması gerektiğine inanan, içinde bulunduğu topluluğu etkileyeme ve onlardan etkilenme eğilimi yüksek, harekete geçmek için anlam arayan, eş zamanlı olarak bir kaç işi birden yapabi- len, teknolojiyi çok iyi kullanabilen, yaşamları boyunca 10 kereden daha fazla iş değiştire- bilecekleri öngörülen ve iş bulmadan işten ayrılan, otoriteye başkaldıran, girişimci, tatmin- siz, özgüvenli, gerçekçi ve şeffaf bir çok özelliği içinde barındırıyordu. Hem gündelik ya- şamın hem de iş yaşamının kodlarını yeniden yazan bir kuşak.
2000 - 2018 yeni jenerasyon “Z kuşağı” Bu kuşak için kanıtlanmış davranış kalıplarının tespiti için zamana ihtiyaç var. Öngörü ve kuşağın güncel davranış kalıplarına bakarak, daha yaratıcı, daha sahici, daha uyumlu bir dönemin başladığını söyleyebiliriz. İnternet aracılığı ile sosyalleşmeyi tercih eden, telefonu ve tableti elinden bırakmayan, tüketim ba- ğımlısı yeni kuşak.
Yukarıda kısaca ait oldukları sosyal, kültürel mirası devraldığı önceki kuşaklara değindik. Çıkarabileceğimiz en önemli ders; her bir kuşağın kendi içerisinde ayrı özelliklere sahip ol- dukları ve devraldığı önceki kuşağın benzeri olmadıkları ve tam tersi süreçlerle karşılaştık- larıdır.
Şimdi değineceğimiz konu; Z kuşağının ardından hangi kuşağın geleceğidir. Avusturalya’- da bir gurup demografi uzamanı, Z kuşağından sonra hangi kuşak gelecek sorusuna ce- vap aramalarıyla ortaya çıktı. Ulusal bir anket uygulaması yapılarak, katılımcıların potansi- yel isimleri kendilerinin düşünmelerini istemişlerdi. Bu anketin sonucunda “Alfa” adı orta- ya çıkmıştır.
Bu süreçte nesiller 6’ncı kez kategorize ediliyor.
2013 -2030 yılları arasında doğanlardan oluşacak “ Alfa kuşağı ” en teknolojik odaklı ku- şak olacaktır. Diğer nesillerden daha genç yaşlarda teknoloji ve teknolojik gelişmelerle et- kileşim içerisinde olacaklar. Diğer nesillere göre daha az konuşacaklar, insani ilişkileri ve sosyalleşme süreçleri mesafeli olacak. Gerekmedikçe fiziksel buluşmalardan kaçınmayı tercih edecekler. Sanal gerçeklik hayatın birçok alanı başta olmak üzere, robot arkadaşlar yada yardımcılarla oynamak, ders çalışmak, sohbet etmek, zaman geçirmek hayatlarının en önemli parçaları olacaktır.
Yüz yüze eğitimin günümüzde teknolojiye endekslenip uzaktan eğitime dönüşmesiyle be- raber, bu kuşağın çevirimiçi öğrenme yoluyla günümüzdekinden farklı ve daha uzun süre eğitim alacakları ön görülmektedir. İş gücüne diğer kuşaklara göre daha geç katılacaklar- dır.
Tabi bunlar Alfa kuşağı için birer varsayım. Her kuşağın kendine has özellikleri ve zorlukları olacağı gibi bu kuşağıda bekleyen iyi ve kötü şeylerin ne olacağını söylememiz için çok erken. Bununla beraber birey ve aile kavramının, ahlak ve değer yargılarının gelecekte na- sıl bir sisteme dönüşeceğini sorgulamak lazım.Çünkü: günümüz insanları artık mutlu değil. Buda yeni kuşağın mutluluğa doğru gitmediğini çok iyi gösteriyor.
Önemli olan teknoloji ve fiziksel dünyanın kesiştiği bu noktada, yeni kuşaklar için nasıl bir dünya bırakacağımızdır.
Bu durum gelecek kuşakları yalnızlaştırıcak mı?

15.08.2020
Servet Ünal