27 Ekim 2025 Pazartesi

BİR ZAMANLAR BİRLİKTELİK VARDI: MODERN ÇAĞIN GÖLGESİNDE ZAYIFLAYAN AİLE VE AKRABALIK BAĞLARI


Servet Ünal • Toplum Dönüşüm Mimarı | Siyasi Danışman | Stratejisit


Bir zamanlar mahallelerimizde akşam ezanı sadece günün bitişini değil, bir araya gelişin de sesiydi.


Sofralar genişti; bir tabakta çok kişi doyardı. Komşunun pişirdiği yemeğin kokusu, öteki evin bereketine karışırdı. Herkes paylaşmayı bilirdi. Güven ve sahiplenme vardı, kapılar kilitlenmez, çocuklar sokakta birbirine emanet edilirdi.


Bugünse aynı şehirde, hatta aynı apartmanda yaşasak bile birbirimize bu kadar uzak hiç olmamıştık. Değerlerimize bu kadar hızlı bir şekilde yabancılaşacağımızı tahmin etmemiştik.


Aile içi iletişim yüzeyselleşti, akrabalık bağları yalnızca “bayram mesajları”na sıkıştı, komşuluk ilişkileri birer nostaljik hatıraya dönüştü.


Peki, ne oldu da bu kadar koptuk birbirimizden?


Bunun ardında yalnızca “zaman değişti” cevabı yok. Mesele, ekonomik dengelerden kültürel dönüşümlere, psikolojik yorgunluktan değerler erozyonuna kadar uzanan çok katmanlı bir yapı.


1. EKONOMİK ETKENLER: HAYATIN YÜKÜ, RUHUN YORGUNLUĞU


Bir zamanlar ekmek azdı ama bereket çoktu. Bugünse ekmek bol, huzur ve mutluluk eksik. Modern çağın en görünmez zinciri, ekonomik baskıdır; çünkü o sadece cüzdanı değil, insanın ruhunu da tüketiyor.


Evler artık “yuva” değil, bir otel ve restoran gibi kullanılıyor; ilişkiler paylaşım değil, maliyet hesabı. Anne babalar çocuklarına zaman ayıramıyor; geçim derdi sevgiyide eritiyor.


Bir toplumun aile yapısı, en çok ekonomik adaletsizlikle sınanır. Maaşlar, faturalar, taksitler… Bunlar yalnızca birer finansal yük değil; evin içindeki sevgiyi, sabrı, dayanışmayı da kemiriyor.


Birbirine omuz vermesi gereken insanlar, farkında olmadan birbirine yük gibi hissetmeye başlıyor ve kopuşlar başlıyor.


İnsanlar geçim için yaşarken yaşamı unutmaya başlıyor, işte aile bağlarını içten içe eriten en görünmez yangın budur.


2. SOSYOLOJİK ETKENLER: KENTLEŞME VE BİREYSEL YALNIZLIK


Kentleşme, yalnızca coğrafî bir hareket değil, ruhun göçüdür. İnsan, toprağını terk ederken yalnız evini değil; komşusunu, mahallesini, alışkanlıklarını ve en önemlisi, “biz” duygusunu da geride bıraktı.


Bahçeli müstakil evlerin samimi dayanışması yerini apartmanların sessiz soğukluğuna bıraktı.


Bir zamanlar sabahları sokakta selam verdiğimiz insanlarla artık aynı binada yaşasak bile birbirimize yabancıyız.


Sözde gelişen büyüyen şehir, görünürde özgür ama özünde yalnız bireyler üretmeye başladı. Bireyselleşme, insanı özgürleştirdi sanıyoruz; oysa çoğumuz tam tersi zincirlere vurulduk.


Sosyolojik çözülmenin en tehlikeli yönü, fark edilmeden ilerlemesidir. Kalabalık caddelerde yürürken kimseye dokunmadığımızı, apartmanlarda yaşarken kimseyi tanımadığımızı, aynı evde yaşarken bile sevdiklerimizle yabancılaştığımızı fark ederiz.


3. PSİKOLOJİK ETKENLER: YALNIZLIĞIN NORMALLEŞMESİ, SESSİZ BİR SALGIN


Yalnızlık artık bir duygu değil, bir yaşam biçimi haline geldi. Eskiden yeni evlenen çiftler kayınvalidelerinin evinde bir süre birlikte yaşar, aile büyüklerinden destek alırdı; bugünse çoğu çift, hemen kendi yalnızlıklarını seçiyor, bağımsızlık adına aile bağlarından uzaklaşıyor. 


Dijital çağın ironisi: Herkes birbirine bağlı ama kimse gerçekten bağlı değil. Artık birine dokunmak yerine “yazıyoruz”, yüzüne bakmak yerine “paylaşıyoruz”. Oysa insan, yalnızlıkta değil; paylaşımda büyür, gelişir, iyileşir.


Yalnızlık, fark edilmeden benimsenen bir alışkanlık haline geldi. Psikolojik olarak yorulan birey, artık duygusal bağ kurmaktan korkar hale geldi. Bu sebeple psikolojik sorunlar ortaya çıkmaya başladı. 


Çünkü bağ kurmak, kırılma riskini de getiriyor.

Bu yüzden insanlar “bağ kuruyormuş gibi” yapıyor ama bütünlemekten kaçıyor.


4. DEĞERLER KRİZİ: TÜKETİM ÇAĞINDA VİCDANIN SESSİZLİĞİ


Eskiden değerler hayatı biçimlendirirdi; sabır, vefa, kanaat ve merhamet insanın pusulasıydı.


Bugün ise değerler, ihtiyaçlarımızın değil, arzularımızın gölgesinde eriyor. Tüketim kültürü bize “sahip oldukların sensin” derken, vicdan, empati ve sadakat sessizce yok oluyor.


Toplum, fayda üzerine kurulu ilişkilerle ölçülüyor; dostluklar menfaatle değer kazanıyor. Bir insanın gerçek değeri artık kalbindeki iyilik değil, gösterdiği başarı, statü ve makamla hesaplanıyor.


Oysa insanı insan yapan, vicdanın sessiz çığlığıdır; kaybolduğunda ise toplum kendi ruhunu kaybeder. Vicdanın sessizleştiği yerde, insanlık da sessizce göçer.


5. TEKNOLOJİNİN ROLÜ: SANAL YAKINLIK, GERÇEK UZAKLIK


Teknoloji, insanlığı birleştirmek için doğdu; ama ironik bir şekilde bizi birbirimizden kopardı. Bir tıkla dünyanın öbür ucuna ulaşabiliyoruz; ama yan odadaki insanla gerçek bir bağ kuramıyoruz.


Ekranlar yüzleri yakınlaştırıyor, kalpleri uzaklaştırıyor. Mesajlaşmalar, beğeniler ve paylaşımlar sahici iletişimin yerini alamıyor. Dijital “bağlantı” var ama gerçek bağ yok; dokunuş, bakış ve sessizlik paylaşılamıyor.


Üstelik teknoloji sadece duygusal mesafeyi artırmakla kalmıyor; saatlerimizi, günlerimizi, hayatımızın en değerli zamanını çalıyor.


Sosyal medya, oyunlar, ekranlar… İnsanlar birlikte yaşadıkları kişilerle geçirecekleri zamanı sanal dünyaya kaptırıyor.

Bu büyük zaman kaybı, aile içi sohbetleri, akraba ziyaretlerini ve dostlukları erozyona uğratıyor.


Teknoloji, yalnızlığın normalleşmesine hız kazandırdı;

insanlar bir arada ama her biri kendi küçük evreninde, birbirine yabancı hâlde yaşıyor. Bir ekranın ardındaki sahte yakınlık, kalpler arasındaki mesafeyi örterken, insanlık duygusal bir boşluk içinde kayboluyor.


6. KÜLTÜREL EROZYON: KÖKLERİNDEN KOPAN NESİLLER


Kültür, bir toplumun hafızası, geçmişle geleceği birbirine bağlayan görünmez bir köprüdür. O köprü yıkıldığında, nesiller sadece geçmişini değil, kimliğini ve aidiyet duygusunu da kaybeder.


Bir zamanlar çocuklar büyüklerinin sözünde, hikâyelerinde büyürdü; şimdi algoritmaların ve ekranların yönlendirdiği bir dünyada öğreniyorlar. Masalların yerini videolar, dedelerin öğütlerini trendler aldı. Bir toplumun hafızası silindikçe, kökleri kurur; bireyler, kim olduklarını anlamadan büyür.


Kültürel kopuş, sadece geleneklerin kaybı değildir; ruhun, vicdanın ve aidiyetin erozyonudur. Kendi geçmişiyle bağını yitiren nesiller, geleceğe güvenle bakamaz; toplumsal dayanışma zayıflar, aile bağları gevşer, sevgi ve merhamet erir.


Gelenekten kopmak, modernleşmek değildir; geçmişi inkâr eden toplum, kendi çocuklarını bile yabancılaştırır.

Ve o çocuklar, sessiz bir çığlıkla sorar: “Ben kimim?”


SONUÇ: YENİDEN BAĞ KURMA ZAMANI — İNSAN KALMANIN DİRENİŞİ


Toplumun çimentosu aile, insanın hafızası sevgidir.

Şehirler büyüdükçe yürekler daraldı, teknolojiler gelişti ama kelimeler fakirleşti. Bir zamanlar “biz” diyebilen insanlar, şimdi “ben” kelimesinde boğuluyor.


Oysa insan, yalnızlıkta değil; paylaşımda tamamlanır.

Bir sofrada paylaşılan ekmek, bir omza yaslanan baş, bir selamın sıcaklığı…Bunlar küçük şeyler değildir; insanı insan yapan, toplumu ayakta tutan kutsal bağlardır.


Şimdi durma ve yeniden hatırlama zamanı:

Bir akrabayı aramak, bir kapıyı çalmak, bir gönle dokunmak…


Bir toplumun kurtuluşu, köklerine ve birbirine sarılmasında gizlidir.Çünkü ne medeniyet, ne teknoloji, ne şehirler hiçbiri insan olmanın ve insan kalmanın yerini tutamaz.


Ve insan, ancak insanla tamam olur.


Saygılarımla 


#servetünal #gününsözü #gününyazısı #hayatınanlamı #değerlerimiz #hashtag #ilişkiler #AileBağları