7 Eylül 2025 Pazar

SİYASETLE GELECEĞİMİZ ÇALINIYOR MU?


Servet Ünal • Toplum Dönüşüm Mimarı | Siyasi Danışman | Stratejisit


Bir ülke düşünün…

Gençler sokak köşelerinde kayboluyor, kitaplar raflarda unutuluyor; umut yerine uyuşturucu dağıtılıyor.

Babalar, evine ekmek götüremediği için sessizce hayattan çekiliyor.

Kadınlar, çocuklarını doyurabilmek için bedenini satmak zorunda kalıyor; açlık, çaresizlik ve umutsuzluk artık birer hayat gerçeği.


Bir ülke daha düşünün…

İnsanlar her sabah uyanıyor ama yaşadıkları hayatın anlamını kaybetmiş, gelecekleri ellerinden alınmış hissediyor.


Televizyonlar ve sosyal medya, gerçekleri örtüyor; manipülasyon ve yalan haberler, insanların gözlerini ve vicdanlarını köreltiyor.


Ve biz, bütün bu sessiz çığlıkları duymazdan, görmezden gelmekle meşgulüz.


Kimse demiyor: Biz ne olduk, nereye gidiyoruz, halimiz ne olacak?


Acaba biz de bir Orta Doğu ülkesi gibi, Lübnan’a mı dönüşmeye başlıyoruz? Yine de herkes sadece gerçekleri kapalı bir şekilde yaşıyor; bakıyor, görüyor ama sorgulamıyor.


O ülkenin adı bugün Türkiye.


Bugün bu topraklarda insanlar hayata tutunmaya değil, hayatta kalmaya çalışıyor. Siyaset meydanlarında atılan boş sözler, televizyonlardaki kısır tartışmalar dönerken, sokaklarda sessiz ölümler yaşanıyor. Gençler geleceksiz, çaresizlikten kendilerini yurt dışına atmayı ya da en kötüsü, kendi hayatlarına son vermeyi düşünüyor. Uyuşturucu batağına düşen gençler, ülkenin yarını değil, kaybolan bugünü temsil ediyor.


Ve biz, bütün bunları duyar gibi yapıp görmezden geliyoruz.


Bu ülkede intihar haberleri artık sıradan. İşsiz kalan babalar, borç batağına saplanan insanlar, sessizce hayata veda ediyor. Gazeteler birkaç satır yazıyor, sosyal medya birkaç gün konuşuyor, sonra gündem değişiyor. Ama geriye kalan ömür boyu kapanmayacak yaralar ve yetim kalmış çocuklar.


Ekonomi denen dev çark, insanları öğütüyor. Enflasyon sadece fiyatların artması değil; bir annenin pazardan eli boş dönmesi, bir babanın cebinde minibüs parasını bulamaması, bir öğrencinin öğle yemeği yerine su içmek zorunda kalmasıdır. Hayatın temel hakları, en temel ihtiyaçları bile lüks hâline geldi. Orta sınıf eridi, küçük işletmeler kapandı, genç girişimcilik hayalleri tükeniyor.


Sosyolojik olarak toplum güven ve dayanışma duygusunu yitirdi. İnsanlar birbirine şüpheyle bakıyor, dayanışma yerine bireysel çıkar öne çıktı. Kuşaklar arasındaki bağ koptu; gençler geleceğini yurt dışında arıyor, yaşlılar geçmişin güvenli günlerini özlüyor. Orta yaşlılar ise tükenmişlik içinde çocuklarına aktarması gereken umudu kaybetmiş durumda.


Psikolojik olarak kolektif bir depresyon hâkim. Kaygı, öfke ve çaresizlik gündelik hayatın arka planına yerleşti. İnsanlar yaşamın anlamını sorguluyor; “çalışmanın, üretmenin, hayal kurmanın” bir karşılığı olmadığını düşünüyor. İki yüzlülük bireyler arasında normalleşmiş bir davranış hâline geldi: Herkes, düşündüğünden farklı konuşuyor, gösterdiği ile hissettiği arasında derin bir uçurum var.


Siyaset bu tabloyu hem besleyen hem derinleştiren bir unsur oldu. Liderler ve partiler halkın güvenini kazanmak yerine onu manipüle etmeyi tercih etti. Din, milliyetçilik, ideoloji… Hepsi birer araç hâline geldi. Çözüm üretmek yerine kutuplaşma ve korku üzerinden oy toplandı. Seçimler umut vaat ederken, geriye yalnızca yorgunluk ve hayal kırıklığı kaldı.


Ve en kritik nokta: Bizler toplum olarak ne kadar susarak ve kayıtsız kalarak bu tabloya katkıda bulunduk? Umudu siyasetçilere teslim ettik, kendi geleceğimizi başkalarının oyununa bıraktık. Bu yüzden bugün hem gençler hem de yaşlılar umutsuz.


Çözümün bir yönü de göz ardı edilemez: Manevi değerler, inanç ve toplumsal sorumluluk. Kapitalist sistemin çarkının bir parçası hâline gelmeden, televizyonların manipülasyon ve yalan haberlerinin etkisine kapılmadan, kendi vicdanımız ve toplumsal sorumluluklarımızla yüzleşmek gerekiyor. Artık birbirimize yeterince sormuyoruz: “Nasılsın? Yardıma ihtiyacın var mı?” Toplumun çözülüp kokuşmaya başlamasının en temel nedeni bu suskunluk ve yabancılaşmadır.


Unutmayalım: Umudu çalınmış bir ülke sessizce tükenir. Umudu geri getirecek olan siyaset değil; kendi değerlerimize, birbirimize, inancımıza ve vicdanımıza sahip çıkan toplumdur.


Şimdi kendimize soralım: Siyaset gerçekten geleceğimizi çalıyor mu, yoksa biz mi kendi umutlarımızı teslim ediyoruz? Ve bu tabloyu değiştirmek için ne kadar cesaret gösteriyoruz?


Saygılarımla


#servetünal #türkiyeyeneoluyor #gününsözü #gününyazısı