1 Eylül 2025 Pazartesi

HER ŞEYİN ÖLÇÜSÜ PARA MI OLDU?

Servet Ünal • Toplum Dönüşüm Mimarı | Kolektif Bilinç Yazarı | Stratejisit


Düşünsenize, eskiden Türkiye’de insanlar hayatı çok farklı ölçülerle değerlendirirdi. Komşuya yardım etmek, aileyle vakit geçirmek, dostlukları ve küçük mutlulukları korumak hayatın merkezindeydi. İnsanlar birbirine saygı gösterir, maddi kazanımlar ikinci plandaydı. 

Düşünsenize, eskiden Türkiye’de insanlar hayatı çok farklı ölçülerle değerlendirirdi. Komşuya yardım etmek, aileyle vakit geçirmek, dostlukları ve küçük mutlulukları korumak hayatın merkezindeydi. İnsanlar birbirine saygı gösterir, maddi kazanımlar ikinci plandaydı. 

Günümüzde gözle görülür bir gerçek var: İnsanlar artık paranın önünde diz çöküyor. Sosyal hayat, iş dünyası, hatta aile ilişkileri bile bu ölçüte göre şekilleniyor. Neden böyle oldu? Çünkü ekonomik belirsizlik, işsizlik ve gelir adaletsizliği, insanları sürekli bir “kazan-koruma” döngüsüne sürüklüyor. İnsan, artık sadece kendisi için değil, varlığını sürdürmek ve saygınlığını korumak için bile para odaklı davranmak zorunda hissediyor.

Türkiye’de durum daha da çarpıcı. Büyük şehirlerde sosyal statü, çoğu zaman maddi göstergelerle ölçülüyor; parası olanın sözü geçiyor, olmayan ise ikinci plana itiliyor. Reklamlar ve medya, bize “mutlu olmanın yolu bu” mesajını sürekli veriyor; gösterişli yaşamları idealize ediyor. Bu kültür, insanın ruhsal değerlerini gölgede bırakıyor.

Sonuçta insanlar, artık çıkar ilişkilerinde, sosyal çevrede, iş dünyasında ve hatta yakın ilişkilerde kendi sınırlarını aşıyor; değerlerinden ödün veriyor. El ayak öpmek, fırsat ilişkilerine teslim olmak veya sahte saygı göstermek, sıradan bir davranış hâline geldi. Paranın gücü, ahlaki ölçütleri gölgede bırakıyor; ama bu eğilme, uzun vadede hiçbir tatmin veya huzur sağlamıyor. İnsan ruhu, paranın gölgesinde kısa süreli bir rahatlık bulsa da, gerçek değer ve anlam yalnızca paylaşımda, dayanışmada ve içsel huzuru korumakta gizli kalıyor.


KAZANÇ MI, GERÇEK DEĞER Mİ?


İnsanlar artık kendilerini parayla, sahip olduklarıyla ve kariyerleriyle tanımlıyor. “Ne kadar kazanıyorsun?”, “Hangi statüdesin?” soruları hayatın merkezinde. Ama bu sorular, içimizdeki boşluğu dolduruyor mu? 


Dostluk, paylaşmak, başkalarına dokunmak, vicdan ve huzur… Bunlar çoğu zaman geri planda kalıyor. Para ve statü tatmin sağlıyor gibi görünse de ruhun derinliklerinde bir boşluk bırakıyor.


SAHTE MUTLULUK VİTRİNLERİ: SOSYAL MEDYA VE TELEVİZYON


Gün boyunca ekranlara bakıyorsun. Sosyal medya, televizyon, reklamlardaki “mutluluk formülleri”… Her yerde sahte vitrinler var. 


İnsanlar başkalarının hayatlarını izliyor ve kendi hayatlarını kıyaslıyor. İçinde “yetmeme” duygusu büyüyor, huzursuzluk artıyor. Kendin olmanı engelliyor, kendi değerini fark etmeni zorlaştırıyor. 


Modern hayat, bizi sürekli başkalarıyla yarışır hâle getiriyor ve ruhumuzun derinliklerine dokunamıyoruz.


TOPLUMUN GÖZÜNDE DEĞER: PARA VE STATÜ


Para ve kazanç sadece bireysel tatmini değil, toplumsal algıyı da belirliyor. Parası olanın sözü geçiyor, saygınlığı artıyor; az parası olan ise çoğu zaman başarısız veya değersiz olarak damgalanıyor. 


Bu durum, toplum içinde ayrışmayı ve kıyaslamayı daha da derinleştiriyor. İnsanlar sadece komşularıyla değil, dünyanın öbür ucundaki biriyle bile kendilerini kıyaslıyor ve ruhsal boşluk, toplumsal çözülme katlanarak büyüyor.


EĞİTİM VE KARİYER: HANGİ HAYATI SEÇİYORUZ?


Modern eğitim sistemi de bu döngüyü besliyor. Çocuklar hangi mesleği seçeceklerini çoğunlukla maaş tablosuna göre belirliyor. Aileler “Doktor ol, mühendis ol, çok para kazan” diyor ve manevi tatmin çoğu zaman ikinci plana atılıyor. 


Televizyon ve sinema da zenginliği sürekli idealize ediyor; fakir karakterler mutsuz ve başarısız, zengin karakterler ise mutlu ve güçlü gösteriliyor. Bu bilinçaltımıza “mutluluk için zengin olmalısın” mesajını kazıyor. Tüm bunlar, manevi ve kişisel değerlerimizi göz ardı ederek parayı hayatın merkezi hâline getiriyor.


MUTLULUĞU NERDE ARIYORUZ?


Modern insan, mutluluğu hep sahip olduklarında arıyor: büyük bir ev, araba, iş başarısı… Ama zamanla alışıyor ve tekrar tatminsiz hissediyor. Başka bir deyişle, sahip olduklarımız geçici bir tatmin sağlıyor; içimizdeki boşluğu doldurmuyor. 


Eğer vicdan, kanaat, adalet, paylaşma ve erdem gibi değerlerimizi ön plana çıkarmadan sadece parayı ve kazanımı hedef alırsak, bir gün fark edeceğiz ki ceplerimiz dolu ama kalplerimiz boş.


MANEVİ BOŞLUK VE İNANCIN ROLÜ


İşte burada maneviyat devreye giriyor. İnsan ruhu, sadece maddi kazanımlarla doymaz. İnanç, değerler ve içsel bağlar, boşluğu doldurur ve hayata anlam katar. Maneviyatı ve inancı güçlendiren insanlar, sahip olduklarından bağımsız bir huzur ve tatmin bulabilir. Para, kazanç ve statü bir araç olabilir; ama gerçek mutluluk, hayatın anlamını ve değerlerini fark etmekte, başkalarıyla paylaşımlarda ve iç huzuru yakalamakta gizlidir.


Para ve maddi kazanımlar önemli, ama hayatın tek ölçüsü olamazlar. Asıl değer, paylaştığımız, ürettiğimiz ve yaşadığımız anlamda gizli. Başarı ve kazanç, doğru şekilde yönlendirilirse hayatımıza renk katabilir; ama tek amaç hâline geldiğinde tatminsizlik ve boşluk getirir. Gerçek mutluluk ve değer, sahip olduklarımızda değil; kendi değerlerimizi fark etmekte, kendi hayatımızı yaşamakta ve başkalarına dokunabilmekte gizlidir.


Saygılarımla 


#servetünal #gününyazısı #hayatınanlamı