16 Ağustos 2020 Pazar

X.. Y.. Z.. DERKEN ALFA KUŞAĞI GELİYOR !


Komplo teorileri üzerine sürekli kafa yorarken, aslında yorum yap- mak yerine olayları derin analiz edebilmenin daha önemli olduğunu anladım.
Covid-19 sonrası eğitimden sağğa, ekonomiden sosyal hayata kadar bir çok alanı etkileyerek yeniden restore edilmesini ön gören bu sistemde, üst akıl denilen
karar kılıcıların ne yapmak istediklerini ve insanlığı nereye sürüklediklerini anlamak zorlaşı- yor.
Annelerimizi ve babalarımızı anlayacağımız, kızlarımız ve oğullarımızla daha iyi anlaşaca- ğımız bir dünya beklerken; İnsan ilişkilerinin daha da mesafeli hale geldiği bir döneme hep beraber tanık oluyoruz.Deneyimler üzerinden geleceği ön görmek için işe öncelikle kuşak kavramını inceleyerek başlamalıyız.
Yaşanan dönemleri anlayabilmek bizi geçmiş ve gelecek arasında kurduğumuz bağa sı- kışmaktan kurtarır. Bu sebeple yeni kuşağı bekleyen süreçler üzerine biraz kafa yormak ve sizlerle paylaşmak istedim.Çünkü: Bir kuşağı anlamak, bir dönemi anlamaktır. Her yeni ne- sil, hayatın iktidarında olan orta yaşlı nesilden gördüklerini düzeltmeye veya telafi etmeye çalışır.
Türkiye’de şuan beş kuşak birlikte yaşıyor. Bunların ilki;
1927 - 1945 yıllarında iki dünya savaşı arasında doğmuş olan “ Sessiz ” kuşaktır. Yaşamı- na sıkı çalışmayı, sadakati, saygıyı, geleneklerine bağlılığı ve istikrarı yerleştirmiş kuşaktır. Bugün artık yüzde 90’ından fazlası hayatta yer almamaktadır.
1945 - 1964 yıllarında dünyadaki yıllık doğum hızının büyük artış gösterdiği ve ismini bu- radan alan “ Bebek Bombardımanı ” kuşağıdır. Önce çocuklarına daha sonra ise anne ve babalarına bakan bu kuşak, kalabalık ailelerin belki son temsilcisidir. Kuşaklar teorisine göre rasyonel aklı, düşünmeyi temsil ettiğine inanılır. Ve belki de bu özelliklerinden dolayı, kendilerinden olmayan kuşaklarla da en iyi anlaşan jenerasyondur.
1965 - 1979 yıllarında doğan “X kuşağı”. Kuşak döngüsünde bireyselciliği temsil etmek- tedirler. Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini oluşturmaktadırlar. Bugün iş yaşamında önemli ölçüde liderlik koltuklarında bu kuşağın oturduğunu söyleyebiliriz. Bu kuşak, iş yaşamının ilk döneminde ciddi olmayı öğrenmiş; gülmeyi eğlenmeyi iş şına bırakmış, mücadeleci ve rekabetçi özellikleri olandır kuşaktır. Ayrıca bu kuşak teknolojik gelişmelere mecbur kaldığı
için bu gelişmeler karşısında uyum sağlama emilimi göstermişlerdir. En apolitik olarak ka- bul edilen kuşaktır. Siyasallaşmanın bedellerinin en ağır biçimde ödeyen önceki nesil anne ve babaları tarafından evden olaylara karışma diye okula uğurlanan kuşak olarakta bilinir- ler. Gelişimin her halini gören bu insanlar, yeri gelince tarihi, yeri gelince teknolojiyi yansıtı- yorlar.
1980 - 1999 yılları arasında doğduğu kabul edilen kuşağ“Y kuşağı” diyoruz. Benimde dahil olduğum bu kuşak; Dünyanın evvelce hiç karşılaşmadığı baş döndürücü bir hız ve dehşet verici meydan okuyuşlarla, olaylarla buluştuğu yıllar. İşte bu zorlayıcı bağlamın mi- safiri olarak; 7,5 milyarlık dünyanın yüzde31’i, 82 milyonluk Türkiye’nin yüzde 32’si bu ku- şağa aittir. Bu kuşağın büyüdüğü yıllar, dünya Körfez Savaşı, 11 Eylül vb. Gibi olaylarla di- dişirken. Ülkemizde refah ve kriz dönemlerinin iç içe geçtiği yıllar. İnternet, Cep telefonu, iPod, Playstation gibi teknolojinin hayatımıza girdiği yıllar. Bu kuşak önceki kuşak gibi so- nuca odaklanmak yerine, sürecin tadını çıkarmak isteyen, saygının hak edene sunulması gerektiğine inanan, içinde bulunduğu topluluğu etkileyeme ve onlardan etkilenme eğilimi yüksek, harekete geçmek için anlam arayan, eş zamanlı olarak bir kaç işi birden yapabi- len, teknolojiyi çok iyi kullanabilen, yaşamları boyunca 10 kereden daha fazla iş değiştire- bilecekleri öngörülen ve iş bulmadan işten ayrılan, otoriteye başkaldıran, girişimci, tatmin- siz, özgüvenli, gerçekçi ve şeffaf bir çok özelliği içinde barındırıyordu. Hem gündelik ya- şamın hem de iş yaşamının kodlarını yeniden yazan bir kuşak.
2000 - 2018 yeni jenerasyon “Z kuşağı” Bu kuşak için kanıtlanmış davranış kalıplarının tespiti için zamana ihtiyaç var. Öngörü ve kuşağın güncel davranış kalıplarına bakarak, daha yaratıcı, daha sahici, daha uyumlu bir dönemin başladığını söyleyebiliriz. İnternet aracılığı ile sosyalleşmeyi tercih eden, telefonu ve tableti elinden bırakmayan, tüketim ba- ğımlısı yeni kuşak.
Yukarıda kısaca ait oldukları sosyal, kültürel mirası devraldığı önceki kuşaklara değindik. Çıkarabileceğimiz en önemli ders; her bir kuşağın kendi içerisinde ayrı özelliklere sahip ol- dukları ve devraldığı önceki kuşağın benzeri olmadıkları ve tam tersi süreçlerle karşılaştık- larıdır.
Şimdi değineceğimiz konu; Z kuşağının ardından hangi kuşağın geleceğidir. Avusturalya’- da bir gurup demografi uzamanı, Z kuşağından sonra hangi kuşak gelecek sorusuna ce- vap aramalarıyla ortaya çıktı. Ulusal bir anket uygulaması yapılarak, katılımcıların potansi- yel isimleri kendilerinin düşünmelerini istemişlerdi. Bu anketin sonucunda “Alfa” adı orta- ya çıkmıştır.
Bu süreçte nesiller 6’ncı kez kategorize ediliyor.
2013 -2030 yılları arasında doğanlardan oluşacak “ Alfa kuşağı ” en teknolojik odaklı ku- şak olacaktır. Diğer nesillerden daha genç yaşlarda teknoloji ve teknolojik gelişmelerle et- kileşim içerisinde olacaklar. Diğer nesillere göre daha az konuşacaklar, insani ilişkileri ve sosyalleşme süreçleri mesafeli olacak. Gerekmedikçe fiziksel buluşmalardan kaçınmayı tercih edecekler. Sanal gerçeklik hayatın birçok alanı başta olmak üzere, robot arkadaşlar yada yardımcılarla oynamak, ders çalışmak, sohbet etmek, zaman geçirmek hayatlarının en önemli parçaları olacaktır.
Yüz yüze eğitimin günümüzde teknolojiye endekslenip uzaktan eğitime dönüşmesiyle be- raber, bu kuşağın çevirimiçi öğrenme yoluyla günümüzdekinden farklı ve daha uzun süre eğitim alacakları ön görülmektedir. İş gücüne diğer kuşaklara göre daha geç katılacaklar- dır.
Tabi bunlar Alfa kuşağı için birer varsayım. Her kuşağın kendine has özellikleri ve zorlukları olacağı gibi bu kuşağıda bekleyen iyi ve kötü şeylerin ne olacağını söylememiz için çok erken. Bununla beraber birey ve aile kavramının, ahlak ve değer yargılarının gelecekte na- sıl bir sisteme dönüşeceğini sorgulamak lazım.Çünkü: günümüz insanları artık mutlu değil. Buda yeni kuşağın mutluluğa doğru gitmediğini çok iyi gösteriyor.
Önemli olan teknoloji ve fiziksel dünyanın kesiştiği bu noktada, yeni kuşaklar için nasıl bir dünya bırakacağımızdır.
Bu durum gelecek kuşakları yalnızlaştırıcak mı?

15.08.2020
Servet Ünal


22 Mart 2020 Pazar

BU GİDİŞ NEREYE ?

Bu Gidiş Nereye ? Servet Ünal - 4 Haziran 2017

2000 yılı sonrası internetin yaygınlaşması ve teknolojinin gelişmesiyle beraber, bireyler başta olmak üzere, dünya siyasetinde ve toplumsal değerlerde olağanüstü bir durum baş göstermeye başladı.Hep yeni krizler üreterek yola devam eden bu sistem, maalesef ki yeni krizler üreterek yol almaya devam ediyor ve buna da kimse engel olamıyor..

Son 25 yıllık süreçleri iyi sorgularsak, cereyan eden büyük olayların 9-10 yıl aralarla ortaya çıktığı ve yaklaşık 20-25 yıl süren genişleme dönemi ile bu süreçlerin devam ettiği görülecektir. Taa ki yeni bir “yapısal krize” kadar devam eden bu olaylar zinciri, sistemin yaklaşık 50 yıllık ömrünü uzatarak uzun bir yol almaya devam edecektir..

Günümüz dünyasının, maddi düzeni ağır basan bir sistemde, toplumların kaderi kendi istekleri dışında tayin edilmeye mahkum edilmiştir.

Kurulan sistemde faiz ödemeyen yada borçlu olmayan çok az insan vardır. Ve herkes kurulan sistemin hizmetindedir.

Bireyin bu istek dışı gidişe direnmeden teslim olması, gelişen dünyada geri dönüşü olmayan tahribatların yanı sıra, değerlerin de yok olmasına ve çürümesine hız katmıştır.
Hep yeni krizler, sorunlar ve olaylar bütününde ömür tüketerek köreliyoruz, bunu farkında olmadan bile..

Elimizdeki küçük telefonlara sığdırdıkları koskoca dünyayı, neden saniye saniye takip etmemiz gerektiğini bile yeterince anlamış değiliz.

Peki dünyanın öbür ucunda yaşanan bir olayı, müdahale etme şansımızın bulunmadığı bu an ve durumla ne alakası var ki, bizi bunu bilmeye yada takip etmeye zorluyorlar?

Bunun ötesinde boş ve anlamsız meşguliyetlerle algımızı yönetiyor, düşünemez ve sorgulayamaz bireylere dönüştürüyorlar bizi...

Tatmin olmayan ve daha fazla tüketime yönlendirilerek, kazanmasak ta sadece tüketelim anlayışı ile bizi kullanıyorlar.

Böylelikle çevremizde olan bitene biraz daha duyarsız kalarak, sorunlara kulak tıkıyor, yabancılaşıyor ve uzaklaşıyoruz gerçek dünyadan...

Yaşadığımız Ortadoğu coğrafyasında yaşam tam bir patinaj hali söz konusuyken,
Milyonlarca insan kurtarılmayı beklerken,

Çamura saplanmış bir aracı kurtarmaya çalışır gibi daha da batan bir hal aldığımızı görmüyor muyuz?

Savaşlar, ölümler, göçler artarken ve insanlığın bu durum karşısında sessiz ve tepkisiz kalıp izlemesi, trajedinin de diğer bir boyutudur aslında.

Peki neden üretmiyoruz! Yada neden üretemiyoruz? 
Yönetemiyoruz kendimizi!
Artan bunca bilgi ve imkan ışığında!
Neden yeni fikirler edinerek, geliştirmiyor ve patentler almıyoruz!

Dolayısıyla insanlık ve uygarlık artık kritik eşiğe gelip dayanmış bulunuyor.
Artık sadece üniversite okumak ve kitaplarla meşgul olmak yetmiyor.
Elde edilen geçmiş birikimlerin ışığında, içine inancıda katarak pratiğe dönüştürmemiz ve harekete geçmemiz gerekiyor.

Artık doğa ve diğer canlılar da bizim gibi tükeniyor. Kısacası biz onları bilinçsizce tüketiyoruz.

Hiç bir şey de geriye gitmiyor.

Öyle yada böyle bu dünya da ilerlemeye ve yol almaya mahkumuz hepimiz!
Ya hepimiz düzeleceğiz ve kendimizle beraber dünyamızı düzelteceğiz,
Ya da bu gidiş hayra alamet değil,

Kendi dünyamızda yavaş yavaş, yada topyekun öleceğiz...

TOPLUMSAL ÇÜRÜME

Toplumsal Çürüme - Servet Ünal    -  1 Kasım 2019

Tatsız bir çağdayız; bir yerde teknoloji baş döndürücü şekilde hızla gelişiyor, insanlık çözülüyor, gevşiyor ve yozlaşarak çürüyor. Diğer yerde eski uygarlıkların yaşadığı topraklar da izler buluyor, dünya tarihiyle yüzleşiyoruz.
Bu gelişmelerin hepsi farklı coğrafyalar da olsa bile, aynı dünya ve yeryüzün de yaşanıyor.
Üstelik geleceğin onun yerini dolduracağını söylemek bile zor. Çünkü bu insanlık tarihinin bir tekrarı gibi görünse de, artık dünyamızın kısa zaman da büyük fiziki problemlerle karışılacağını gösteriyor.
İnsan ömrünün son derece hızlı yaşandığı, tüketildiği, verimsiz kullanıldığı böyle bir devirdeyiz işte…
Hayat telaşından kaç yaşınıza geldiğinizi bile fark edemiyorsunuz.
Bir yandan zamana yetişmekle tükenen ömürler ve hızla gelişip unutulan olaylar, diğer yandan gelecek kuşağı bekleyen belirsizlikler ve ötelenmiş ciddi sorunlar…
Hepsi aynı zaman da, farklı yerlerde gelişiyor.
Ortak olan tek bir dünya..!
Onu da hızla değersizleştiriyor, tüketiyor, savaş ve ölümlere kurban ediyoruz.
Toplumun sadece teknolojik yönde gelişmesini izlemek yetmiyor.
Baş döndüren bir hızla elimizde olan telefonlar bile güncellenmeden çalışmazken,
Bizler gerçek dünyadan soyutlanıp, bir kavanozun içinde gibi yaşıyoruz.
Ahlaki, fikri ve zikri yönde geriliyoruz…
Hayattayız ama hissetmeden, dokunmadan tepkisizce yaşıyoruz.
Ya da yaşadığımızı zannediyoruz..!
Bu sebeple de yenilenemiyoruz..!Yenilenmek derken, üst baş, ev araba değil..!
Belki de yenilenmenin içini dolduramıyoruz.
Kültürsüz, şuursuz ve bencil bir hayat tarzı bizi kuşatmış durumda.
Yeni kuşaklara örnek olacak bir model de oluşturamıyoruz.
Eğitim sistemimiz çökmüş durumda. Bu şimdi olan bir şey değil.
Ama bizler yinede eğitimi övünülecek okullar ve diplomalar olarak görmeye devam ediyoruz.
Eğitimin aile ve niteliği olan sağlıklı bir toplumla beraber şekillendiğini,
Para ödeyerek diploma almanın, gelecek ilişkisi ile bir kâğıt parçasından öteye geçemeyeceğini fark edemiyoruz.
Diplomalı işçi sıfatına dönüşmüş, yığınlar halinde ki kuşakları ve günden güne yitirilen gençlerin travmatik sorunlarının nasıl bir kaygı yarattığını ancak kendilerine sorabilirsiniz..
Aslında yenilenmeyi geçmişte ve bugün de başarmış toplumlar var.
Hatalarını önüne koyarak, dün ve bugünün gerçeklerini analiz edip, kendi toplumları ile barışık olan Norveç, Finlandiya ve Japonya gibiler…

Eğitim sistemlerin de hem doğuyu, hem de batıyı öğretenler,
Halkı ile barışık olup, dünyasını güzelleştirenler var…

Çünkü: başarı bu ikisi arasında dünyayı anlayarak yorumlayabilenlerin geliştirdiği bir gücün ve topluluğun kontrolünde. Bu sistemi de kuşaklarına miras olarak bırakıyorlar.

Bizler, gündelik gündemler ve suni haberleri izlemekle meşgul olurken aynı şehirde, farklı kaldırımlar da yürüyüp birbirine tahammül edemeyen insanlara dönüştük.

Okumadan, üretmeden, değişebileceğimizi ve toplumumuza yön verebileceğimizi zannettik.

Bu zannın da ötesine geçemiyoruz. Çünkü böyle alıştırılmış bir sistemimiz var.
Kendimizi geliştirmekle yeterince meşgul değiliz.

Başkalarının propagandaları ve işgali altında bocalıyoruz.

Karın tokluğu ve mal biriktirme hırsı ile ömür tüketenler bir başka boyut…

Kalıcı olmadığımız dünya hayatında, bankalardan 20 yıllık kredi alarak bir ev sahibi olurken ömrümüzü bankalara ipotekliyoruz…

Eskisi gibi olmayan ve olamayacak şehirlerimizi, mimarimizi, ilişkilerimizi, kültürel ve manevi değerlerimizi kapitalizme çoktan teslim etmiş bulunmaktayız.

Uyanmak için illa bu mahkumiyetlerimizi fark etmemiz mi lazım?

ŞAHSİYET İNŞAASI

Şahsiyet İnşaası - Servet Ünal - 8 Nisan 2019

Toplumun her bireyi kendi şahsiyetini yeniden inşaa etmelidir/edebilmelidir. Yoksa toplumsal çöküşteki hız kaçınılmaz olacaktır. Kendi iç dünyasını besleyerek, cephanesini ve enerjisini oluşturmayan birey/toplumlar hayattaki zorluklarla nasıl mücadele edecek!

Birey yada toplumdan kaynaklı içsel bir çok sorunlarımız var. Bu sorunlar bir kaçışı tetiklerken, diğer yandan bireyi arayışlara itiyor. Bununla beraber toplumsal düşünce ve hafıza kaybı yaşamaya başlıyoruz.

Yıllarca değiştirmediğimiz yerleşik zaaflar da var. Bunun en önemlisi düşünsel zaafların yaşanması. Buda aslında içsel zaafların bir tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. İşte bu zaaflar bizleri içten içe tüketiyor. 

Aslında inançlı insanlarda yerleşik bir zaafın kalıcı olmaması gerekiyor. Ama bizde ki alıştırılmış ve kabul edilmiş bir sendroma hatta hastalığa dönüşmüş bir durumdadır.
Herkes işlemediği hatalarının kahramanlığını kendi dış dünyasında yaşıyor. Bu sebeple kendini temize çıkarıyor.

Oysa elbise ve cesedimize bulaşan bir pislikle uğraştığımız kadar, kalbimize ve beynimize bulaşan pisliklere kayıtsız kalabiliyoruz.

Kaygılarımızın nasıl değiştiğini unutmaya başlıyoruz. Ve sonrası kendi isteğimizle arayışını sürdürdüğümüz benliğimizle sapıyoruz.

Aslında kimse durduk yere sapmaz. Allah’ta kimseyi saptırmaz. Tam tersi Allah insana yol açar, hangi yolda yürümek istiyorsa...

Peki bu arayışımızla, kusurlarımızı anlayabilecek durumda mıyız? Yada kusurlarımızı bize anlatacak samimi dostlarımız var mı yanımızda?

İnsan temizlenmek için nasihat ve tavsiyelere ihtiyaç duyar. Birbirini temizlemek zorunda olduğunu anlamasa bile!İçsel sorunlar çözülmedikçe, dışsal sorunlarda da yeteri kadar inisiyatif alınamayacağı da bilinmelidir.

Kaygılarımızın değiştiğini fark etmedikçe, ne kendimizi, nede yeni neslin şahsiyet inşasını da gerçekleştiremiyoruz.

Ahlaki zaaflarla yüzleşmedikçe, en temel yaşama ve bütünlük unsuru olan vicdanımızı da yitirmeye başladığımızı unutuyoruz.

Seküler algının sistemde bencil, tek tip, kopya bireyleri çoğaltarak hayatı vurdum duymaz hale getirdiğini, gerçek İslam’la (Müslümanlıkla değil) tanışabilmiş kişilerin şahsiyet, insanlık ve doğruluk ürettiğini fark edemiyoruz.

Bununla beraber şahsiyet inşaası kolektif bir organizasyona dönüşmediği müddetçe, toplumsal değişimin ve dönüşümün yaşanamayacağı da ortadadır.Bozuk bir sisteme karşı münferit olarak ayakta kalmakta mümkün değildir. Sistem yapboz tahtasına dönüştüğünden yeni nesilleri yetiştirmek bile zorlaşmıştır. Bu yetişme okullarda, camilerde olacak şey de değildir.

Bu coğrafyada güven ortamı da tesis edilememiştir. Kurumsal bir güven ortamı oluşturulamadığından, ne din, ne eğitim, ne sosyal hayata katılımda tam anlamıyla söz konusu değildir.Dürüst, yalan söylemeyen, haksızlık yapmayan, üzerine aldığı sorumluluğu yerine getiren, güven veren, emin olan ve Allah’tan korkan insan sayısında bile azalış olmuş, maalesef artış yaşanmamıştır.

İslam’ı da duygusal olarak kabullenmiş bir durum söz konusu. Geçmişten gelen adetlerin din olarak yaşanması ve içselleştirilmesi, kişilik inşasındaki en büyük engellerden biri. Çünkü: din yaşama biçimidir buna bile doğru ve anlaşılır bir şekilde geçilememiştir.

Bu sebeple insanların razı etme mercileri ve ibadet ettikleri ilahları bile değişiklik göstermiş durumda. Herkes artık Allah’ı razı etmek ve tapınmak yerine parti ve parti liderini, zengin ve otorite sahiplerini, başkanını yada menfaati olanları razı eder, över ve tapınır oldu.

Şahsiyetler bu sebeple yara alıyor ve tedavi edilmesi gerekiyor. İnsanın kendi iç dünyasında bir ilkesi olmayınca, toplumsal çıkarlar belirleyici ve yönlendirici olmaya başlıyor.

Dünya kaygıları, uhrevi kaygıların önüne geçiyor ve gerçeği açığa çıkaramaz bir hal alarak yaşıyoruz.

Allah’ın baktığı yerden bakılmadığı için aslı göremiyor toplum. Mevcut beşeri, siyasi ve sosyal sistem neyi işaret ediyorsa onu görüyor ve yönelmeye başlıyor.
Kimi hain, kimi kahraman ilan edeceğini de o sistem belirliyor ve algıların değişmesini kafaların karışmasını sağlıyor.

Bu arayış gibi hakikati aramaya ve bulmaya devam ediyoruz. Kimimiz bulunduğu çember içerisinde dönüp dolaşıp aynı yere gelirken. Kimiside bu çemberi aşarak hakikati bulma özgürlüğüne erişiyor.

Kişilik inşaasını tamamlayamayan bireylerin ve kitlelerin mahkumiyetide, modern kölelikle nesilden nesile devam edecektir.

CORONA VİRÜS BİR ŞEY SÖYLÜYOR !

Coronavirüs Bir Şey Söylüyor / Servet Ünal   - 18 Mart 2020

Şehirleri küçültün, nüfusu yayın, herkesin kendi yiyeceğinin en azından bir kısmını üretebileceği bir yerleşim düzenine geçin. Yani doğayla, toprakla barışın, Haddinizi bilerek yaşamayı öğrenin. Çünkü burası Allah’ın evi ve hepiniz misafirsiniz ona göre hareket edin...

Kur'an diyor ki:

Bâzı şeyler vardır ki hoşlanmazsınız, fakat hayırlıdır size.Bâzı şeyler de vardır, hoşlanırsınız, şerdir size.Allah bilir,siz bilmezsiniz.Bakara 216

Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz.Enbiya 35

İnsanların, kendi elleriyle yaptıkları şeyler yüzünden karada ve denizde bozulmalar olur. Bu, ettiklerinin bir kısmını bulsunlar diyedir; bakarsın vazgeçerler. Rum, 30/41

Bununla beraber süreç yeni bir dünya düzenininde habercisi olabilir...!

Çünkü dünya da her ay 40 bin çocuk açlıktan ölürken, 8 bin üzerinde bir ölümün yaşanmasının gölgesinde kalması biraz düşündürücü olduğu kanaatindeyim..

- Bencilleşen dünyada, sosyal ilişkilere daha fazla mesafe koyarak yalnızlaşmaya ve güvensizleştirme ortamına doğru atılan bir durumun zeminidir,
- Temayülde olan fiziki paraların ortadan kalkmasını sağlayarak, tüm harcamaların dijital ortamda yapılmasını sağlamak, Bitcoin gibi paraların kullanılmasının önünü daha fazla açacak bir sürecin bahanesini oluşturmak.
- İş ve eğitim başta olmak üzere verilen ve alınan hizmetlerin bir çoğunu İnternet ortamında yapılmasını artırmak ve insanların daha fazla sanal ortamda zaman harcayarak kontrol altında tutulmaları ve algısal, duygusal, psikolojik olarak yönlendirilmelerini artırmak,
- İnsanların Allah’tan çok ölümden korkmasına ve Allah’tan çok sisteme güvenmelerini sağlamak,
- 65 yaş üstü insanların risk sınıfına girmesini gündeme alarak, insan kaderini elinde tutmayı planlamak ve dünya nüfusunu ileriki zamanlarda savaşların, açlıkların ötesinde azaltmaya gitmek,
- Hareketli nüfusla beraber böyle bir virüs nedeniyle sistemi kilitleyebileceklerini test ederek göçlerin önüne geçmeyi ve durdurulmasını sağlamak,
- İnsanların hayatlarını bu tür virüs olayları ile nasıl ve ne kadar etkilediklerini ve yeni stratejik gizli planlar hazırlayarak algılarını ve bilinç altlarını daha kolay nasıl kontrol edeceklerini ve yönlendireceklerini test etmek,
- Bu tür yeni tehditlere karşı 2. ve 3. Sınıf ülkelerin mücadele ederken muhtaçlıklarını artırarak küresel güçlere olan bağımlılığının önemini ve oluşturduğu kitlesel etkiyle ortak planların ve çarelere yönlendirilmelerini sağlamak.
- İnsanların üzerinde yeni bir korku politikası oluşturmak ve filmlerde geçen zombi gibi insan tiplerinin karantinaya alınarak yok edilebileceği algısı oluşturmak,
Ekonomik olarak bir çok şirketin iş durdurması ve ara vermesi( Audi, BMW, Fiat, Renault vs.) bu sorunun ekonomik yönünün ne kadar etkili olduğu ve bir çok sektörü nasıl etkilediğini göstermek ve özellikle hizmet sektörü başta olmak üzere, bir çok insanın işsiz kalacağı ve işten çıkarılacağını gösteriyor.
Bununla beraber;
- Yeni ilaçların üretilerek piyasaya çare olarak sunulması, Savaş sanayisinden sonra gelen İlaç sanayinin ön plana çıkması başka bir derin konunun sorgulanmasının gerektiğini gösteriyor.
- Koronavirüs gündemiyle beraber kilitlenen ve düşüşe geçen finans piyasaları hisse senetleri, petrol, altın vb. Doların yükselişe geçerek ve özellikle FED’in faiz indirimi olayın ekonomik boyutlarınında habercisi.
- Dünyadaki savaşların ve ölüm haberlerinin durması ve herkesin aynı noktaya yönlendirilmesi,
- Çin gibi dünya ekonomi devi ülkelerin bu görünmez ordudan etkilenerek 2.2 trilyon dolar, İtalyanın 90 milyar Dolar ve İran gibi ülkelerin iflas noktasına kadar gelerek zarar görmesi de düşündürücü bir olay.

Çünkü bu daha bir başlangıç, ileriki zamanlarda yine aynı şekilde başka bir virüsün yayılmama garantisini kimseler veremiyor..

Almanya, Fransa, Norveç, İsviçre gibi ekonomik güce sahip ülkelerin bile böyle bir durumda yetersiz kaldığını ve sistemlerini sorgulamaları gerektiğini çok iyi gördük.
Yani dünyanın artık hiç bir yerinin ve ülkesinin güvende olmadığınıda fark ettik.

Şimdi en trajik olay Afrika’da yaşanabilir. Çünkü ne sağlık sistemi var nede mücadele edebilecek ekonomik güç...

İnsanlarımızın bir çoğu rahata alışmışken böyle bir durumun rahatsızlık vermesi zengin ve fakirin eşitlenmesini de sağlayabilir...

Avrupa’da vaka sayısının artması, dünyanın bir çok yanında yaşanan sebepsiz ölümlere sessiz kalınmanın bedeli olarakta görülebilir.

Ülkelerin sahip oldukları sistemlerini( sağlık, eğitim, ulaşım vs.) sorgulayarak yeniden düzenlemesi gerekebilir.

IMF Yardımı alacak bir çok ülke yine ABD’ye bağımlı hale gelecek gibi.
Bu Koronavirüs süreci yeni bir dünya düzeninin güncelleme versiyonu olarak 3.00 piyasaya sunumu olabilir. Bunun 3.01 güncellemesinin kayıp ve kazançlarını ileriki günlerde görebiliriz.

Veya yaşadığımız bu dünyada ortak bir planın olmayışı ve yapılması gerektiğinin önünü de açabiliriz..

Tabi geç kalmadan..!

Ama görünen o ki dünya ve insanlık ciddi bir sınavla karşı karşıya..!
Ya değişeceğiz, ya da değişime ayak uydurmak zorunda kalacağız...



17 Eylül 2015 Perşembe

NE SAVAŞLAR GÖRDÜM BU KADAR YARALANMADIM !

Yıl 1992 Cizre… Çocuktum ve iç savaşın pençesinde, gece silah sesleri ve gündüz sokağa çıkma yasaklarında çocukluğumu bulmuştum. Gündüzleri ekmek bulmak için çıktığımız sokağın duvarında yolu izlerken, diplerinde patlamamış kurşunlarla oyun oynardım…

Patlamış kurşunları toplar, kovanları toprağa gömerdim…

Her taraf kurşun izleri, tank ve panzerler…

Dedim ya çocuktum…

Yine akşam olurdu gömülürdü insanlarım kendi hapishanesine!

Cizre artık bir ölü şehir, içindekilerde yaşayan ölülerdi..

Ben çıkardım dışarı... Çünkü masum ve günahsızdım!

Beni vuran ne için vuracaktı ki?

Kiminle görülmemiş bir hesabım vardı?

Ama fark etmemiştim çalınanın çocukluk ve gençliğimin olduğunu!

Zaman geçtikçe ve ilerledikçe büyüdüm… Yaşananların izleri kaldı beynimde!

Cizre küçük bir yerdi ama görüş açımı genişletmişti…

Yıl 2015 Cizre… 4 Eylül’de yine aynı yerde aynı şehirde, anonslar geçti sokağa çıkma yasağı var diye…!

Yine çocukluğum geldi gözlerimin önüne, değişmez bir kaderimiydi bilinmez ama herkes için karanlık ve hüzün dolu topraklardı bizim buralar…

Mezopotamya bu..!

Renk renk çiçeklerin açtığı halk bahçesi gibiydi. Ama ne yazık ki talan edilmişti…

Sanki Nuh Peygamber, El Cezeri, Mem u Zin ve insanlık yaşamamıştı bu topraklarda…

1992’de gazeteler manşet atarken “İnsanlık Sürükleniyor” diye,

2015’te bu defa İnsanlık Derin Dondurucuda kaldı günlerce…

Ezanlar susturuldu, çocuklar ekmeksiz, susuz, cenazeler bekletildi evlerde…

Panzerler anons etti  “Hepiniz Ermenisiniz” diye…

Yine ülke ölüm cenderesi! Yine ateşe yürüdü insanlık benzinle…

Yine gidenler bir ananın evladı, kiminin canı, kiminin babası…

Aslında kıyametin habercisiydi bu giden canlar…

İslam dini insan hayatını korumuş, cana kıymayı Allah’a inkârdan sonra büyük suçlardan kabul etmişken,

İnsan öldürmenin haram olduğuna dair pek çok Ayet-i kerime açık ve net belirtmişken,

“Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin” ( İsra 33)

“Kim bir Mümini kasten öldürürse, onun cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük bir azap hazırlamıştır” ( Nisa 93)

“Kim bir cana kıymamış ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir kimseyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.” ( Maide 32 )

“Onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Bunları yapan cezaya uğrar. Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada alçaltılmış olarak temelli kalır.” ( Furkan 68-69)

İnsanlar tarih boyunca gelen bu acıları miras alacak ne yaptı?

Bu kadar ucuz bir ölümün içine itilerek,

90’lı yılların berbat anılarının eşliğinde,

Yasaklar içinde yeniden nasıl yaşam bulacak?

Bu ülkede geleceğinden nasıl endişe etmeden yaşayacak?

Yüreğim acıyor!

Ne savaşlar gördüm, bu kadar yaralanmadım…


Kalsın benim hesabım mahşere, kirlettiğiniz dünya size kalsın…